Bu ay da AŞK’I yazalım… Ama bu her makale gibi, giriş-gelişme-sonucu olan bir makale değil. Çünkü aşk aniden başlar ve başladığı zaman da işin başı değil sonudur.
Aşk insana ne düşünme şansı verir, ne de öyle bir seçenek.
“Aşk bir başına koca bir ordunun bir anda ruhunu fethetmesidir”
Sonra bir gün çıka geldi hiç beklemediğim, acısını, sancısını, sevincini bilmediğim bir pencere ışığında.
O güne kadar ruhumdan habersiz yaşıyormuşum. Ruh varlığından hakiki varlığa kavuşmak mıdır..? Yoksa Aşk mıdır?
Ruha anlam katan bilmiyorum ama, aşk denen şeyin beni esir düşürdüğü anda başladı hikayem.
Önceleri sessizdi hayatım, iki kere iki dört eder, aklım her şeye anlam yükler, her şey yerli yerinde akıl önde, ben onun peşinde, ne ben divane ne o virane.
İkimiz de bir hayat çizgisinde. Ne o yolundan sapıyor, ne ben mecnune.
Dünya dediğin kötüden uzak dur, iyiliğe yardım et, yoksulu giydir ve yedir, geceyi uykuyla, gündüzü koşturmayla geçer dediğim yer.
Her şey yerli yerinde. Tabi can sıkıntıları illa olacak, yanlışlar illa sizi bulacak. Kimi sevecek, kimi nefret edecek, kiminin de umurunda dahi olmayacaksınız.
Manevi acılar da olacak tabi, bir komşunuzu kaybedeceksiniz ya da en sevdiğiniz kişiyi veya yere düşecek, dizinizi acıtacaksınız ve maddi acılarınız da olacak. Yani akılla irade edilen bir dünyanız olacak ve her şey illa yoluna girecek. Kayıpları yeni doğuşlar, acıları ilaçlar çözecek.
Peki ya AŞK…
Sonra mıydı, önce miydi bilmiyorum. Şöyle bir düşünsem, nereden koptuğumu bilmiyorum açıkçası.
Nerede kaybettim kendimi, iki ihtimal var öncem için. Ya aşk için olgunlaşıyordum ya da aşktan öncesini yaşamdan saymıyordum.
Bir yerden ya yaşamdan kopmuştum ya da yeniden doğmuştum, ama her neyse başıma gelen anlam bulmuştum.
Ne mi oldu peki?
Hep koca bulutlar yıldırım doğurur sanmıştım, gök kararmadan yağmur yağmaz sanmıştım, insan cürmü kadar, gece saati kadar, ömrüm yaşam kadar sanmıştım.
Aşkın bağrında yar diye bir can yatar ki, yazın ortasında kar, kışın ortasında har doğurur.
Aşk denen cellat öyle çarpar ki, günün ortasında yıldırımlar vurur bağrına, başın kalkmaz yarin yüzüne dahi bakamaz olursun.
Toprağa aşık sanarlar seni, bilmezler aşka düşen boynu bükük köleye dönüşür.
Geceler her zaman günden öte, ömürler her zaman yaşamdan uzun olur.
Sözler uzun, bekleyişler faydasız, geceler mahzun, yürekler kırık, hiç bir çare yok aşkın ateşine, öyle ki yar dahi ilaç olup sarmaz yarayı. Kaç kabuk bağlarsa bağlasın, iyileşemez geçmez izi.
Kul olan fayda bulamadı aşka. Nice genç kızlar ömrü boyunca heba etti kendini, nice yiğitler hiç olup eridi aşktan.
Aramakla olmadı, konuşmakla anlaşılmadı aşk. Yanı başında olanı uzaklar aldı, fayda etmedi. Gün aktı, gece ağladı, ay hüzünlendi, güneş yaktı, fayda vermedi. Hatta bazen yağmur yağdı, sel oldu, yine aşığın bağrındaki ateş sönmedi.
Peki durdu mu zaman? Durmadı aktı dolu dizgin kimsenin gözyaşlarına bakmadan.
Kimileri başkasına kaçırdı sevdaları, kimileri kıskandı başkasına sattı aşıkları, kimileri söz etti, dil etti, naz etti, ama illa birilerine el oldu.
Fakat aşıklar aslında her zaman ilk sevdiği kişiye yar oldu.
Susuzluktan çatlamış gönüllere yağmur yağdırın en bereketlisinden, izin verin filizler çiçek açsın, yüreğiniz aşkla yeniden şenlensin. Bazı yaralar içseldir, kimse dokunmasın, bilmesin, hatta istemezsiniz iyi olsun.
Var mı aşkın çözümü derseniz eğer;
Aşk, her savaşı kazanan bir cenktir. Çünkü sizi sizinle vurur. Hem de öyle bir yerden vurur ki, aklınıza hükmeden gönlünüzle. Ama bir çözümü var, kabullenmek.
Aşk kabullenmeyi sevmez.
Gönlünüzden, hislerinizden, mutluluktan, huzurdan vazgeçince, aşk sizi özgür bırakıp huzur verecektir.
Aşık olun, hakikati öğrenin, ruhunuzu bulun ve kabullenin. Ama asla ve asla aşkla savaşmayın…
Yolunuz gül renginde gül kokusunda olsun her daim.
Sevgilerimle. Hoşça kalın.
Aşık olun, hakikati öğrenin, ruhunuzu bulun ve kabullenin. Ama asla ve asla aşkla savaşmayın…
Emeğinize sağlık…
Harika olmuş.
Kim yaralamış gönlünüzü bilmiyorum ama, harika bir aşk yorumu…