Bir gün, günün tenhasında lebideryada bir bankta oturmuş denizi seyre dalmıştım.
Uzaklara bakarken bakışlarıma denizin derinliği işlemiş, mistik bir atmosferde martılar uçuşuyor ben de bir dalgıç gibi düşüncelerimin derinliğine dalmış, bakakalmış duruyordum maviliklere.
Bir adam yaklaştı yanıma. Pejmürde kılıklı üstü başı kirli, saçı sakalına karışmış meczup görünümlü adam sessizce sormadan oturdu yanıma ve o da denizin mistik maviliğine bakıp durdu.
Sanki içimdekiler okumuş, düşüncelerimin içindekilerini çekip çıkarmış gibi sordu;
“Ne düşünüyorsun kara kara?” dedi.
“Hiç! Karada denizi seyre daldım diyedir, kara kara düşünmemin nedeni.” dedim.
“Anladım! Sen denize bakıp, hayatın derinliğine düşmüşsün, öyle bir düşmüşsün ki; boğuluyorsun. İmdadına bir tek Allah’ın kulu bile koşmuyor. Ve sen denizi seyrederken bile can çekişlerin denizin bir yerlerinde kurtuluşu arıyor. Sanki denizden seni bu durumdan kurtarması için bir imdat bekliyorsun gibi.” dedi.
“Bilmem ki; bilmediğim bir hayatı yaşamanın acemisiyim galiba. Bazen yaşarken tökezleyip sendeliyorum. Düşmekten korkuyorum. Sanki düşsem hiç kalkamam gibi geliyor bu hayatta.” dedim.
“Peki! Hayat nedir?” diye sordum bilge adama.
“Hayat, geçmişin yaşantıları; anın tadı ve tatsızlıkları; geleceğin ise belirsizliklerinin toplamıdır. Hayat, bazen düşmekten korkmadan düşüp tekrar daha sağlam ve dik bir şekilde kalkmaktır. Eğer hayatı korkarak yaşarsan sen hayatı değil, sadece hapis bir hayatı yaşamış olursun. Ve hapis diri bir bedende ölü bir ruhla yaşarken zihninle sürekli özgür bir hayatı düşünüp hayaller kurmaktan ibarettir.” dedi.
Yine düşünürken;
Bir daha anladım ki; “Hayat, bir de gördüğüne aldanırken, dinlediklerinden sonra yanıldığını anlamaktır. Ve yanıldığımız yerden aldığımız derstir; hayat.” dedim içimden.
Çünkü ben kılığına kıyafetine bakıp peşin hükümlülükle meczup sandığım adamın içindeki bilgeliğe kör ve yabancı kalmıştım. Dışına bakıp içini görmemekte ne kadar da aceleciyiz biz insanlar. Yargısız infazlar ve ön yargılar; sadakat ve insanlar arasındaki sıcak ilişkilerinin gelişimine ket vurur.
“Yine neye daldın böyle?” dedi.
“Daldığım hayatın düşüncesinde hayatı ne kadar dağıttığımı ve hayata ne kadar dar bir pencereden baktığımı düşünüyordum.” dedim.
“Hayırdır! Yine ne oldu?” dedi.
“Başkalarını meczup zannederken ne kadar meczup olduğumu fark ettim de ondan.” dedim.
Çünkü anlamıştım ki asıl meczup bizmişiz. Meczupluk ise; önden yargıladıklarımız insanları peşin hükümlülük ile meczup diye yaftalarken, bize sonrasında vereceği bilgece hayat derslerinden sonra kendimizi sorgulayıp ne kadar yanıldığımızı ve hiçbir şeyi bilmediğimizin farkına varmaktır.
Eğer analitik bir düşüncede hayatı, görüp duyduklarımızı sorgulamadan sadece dar bir pencereden bakarsak; hep yanılır, hata ve yanlışlar yapmaya mahkûm oluruz. Bu nedenle görüp duyduklarımızı önce ölçüp, biçip, süzdükten sora bir hükme varmalı ve kararlar vermeliyiz. Yoksa hep yanlış tespitler yapar dururuz.
Ve ekledi meczup görünümlü bilge;
“Bilgelik nedir bilir misin?” dedi.
“Galiba herkesin bakarken, senin gördüğün; herkesin dinlerken, senin anladığın; herkesin düşünürken, senin kavradığın; herkesin hissederken, senin sezdiğin her şey bir bilgeliktir. Bilgelik bir şeyi ön yargılardan uzak ancak bol bol sorgulayıp düşünmek ve bir sonuca varıp o sonucu; ders niteliğinde insanlara sunmaktır.” dedim.
“Sen bilgeliğin başında değil de başlangıcındasın daha. Çünkü daha toy ve hamsın. Senin daha hayat potasında çok pişmen gerekiyor. Bilgelik; kısacası farkında olmaktır. Öndeki yargı perdesine takılmadan perdenin arkasındakini görmektir.” dedi ve kalkıp gitti geldiği yoldan.
Sadece bakakaldım. Bir düş müydü, yoksa düşünce mi? Hayaller mi, yoksa hayatlar mı? Diye düşünüp durdum o sahilde. Az önce ne yaşadım ne olup bitti diye etkisinde uzun süre kalıp düşündüm. Kendimi, hayatı ve az önce yaşadığım durumu kendimce sorgulayıp durdum ve anladım ki; hayat bazen yanlış düşünüp hatalar yaptığımızda, bizi doğru yola iletmek üzere çeşitli şekillerde bize dersler veriyormuş meğer.
Bu yüzden hayatta insanlar hakkında, bir durum ve olayı doğru anlayıp sorgulamadan ve analiz etmeden onlarla ilgili ön yargıyla bir sonuca ve karar varmak bizi hep yanıltır ve mahcup eder. Ön yargı; bütün doğru ve gerçeklerin yargısız infazı, celladıdır. Her doğru ve gerçek, ön yargıda yok olup gider…
Ön yargısız bir hayat doğru ve gerçeklerle yaşamaktır. Gerçek ve doğrularla mutlu bir hayat dilerim…