Taziye kültürü, gerek İslami açıdan gerekse de yaşadığımız bölge açısından örfi olarak geçmişten bugüne yaşanmış ve yaşatılmaya çalışılan bir kültürdür. Ülkemizin geçmişten bugüne vazgeçilmez kültürlerinden biri olan taziye kültürü bölgeden bölgeye, haddizatında şehirden şehre farklılık gösterse de ana mantık ve temel olarak aynı köke ve örfe dayanmaktadır. Sadece şehirden şehre ufak farklılıklar içermektedir. İslam için de çok önemli bir kültür olan taziyelere Efendimiz Hz Muhammed (s.a.v.) de çok büyük ehemmiyet vermiş, öyle ki kuşu ölen küçük bir çocuğa bile taziye dileklerini iletmiş, yanına gidip ona moral ve destek olmuştur. Hem yüce dinimiz İslam’ın hem de asırlardır süregelen örfümüzün bizlere miras bıraktığı taziye kültürü ne yazık ki son dönemlerde yok olmaya, bir başka deyişle ölüme terk edilmiştir. Özellikle bir il üzerinden ilerleyecek olursak taziye kültürünün önceki dönemlerde en yoğun ve en güzel şekilde yaşandığı şehir olarak Şanlıurfa’yı örnek verebiliriz. Birlik ve beraberliğin en çok vuku bulduğu, dayanışmanın katı madde molekülleri gibi sımsıkı birbirine sıkıştığı, acıların yüzden değil gönülden paylaşıldığı, vefanın sözde değil fiiliyatta zuhur ettiği koca bir taziye kültüründen bugüne ne yazık ki o kültürün bir zerresi dahi kalmamıştır. O dayanışmadan geriye, taziye ziyaretine gelmeye üşenen yakın insanlar topluluğu kalmıştır. Telefon açıp taziye dileklerini iletmeyi dâhi kendine vazife bilmeyen yakın dostlar topluluğuna kalmıştır. Belki kısa bir mesaj atarak taziye dileğinde bulunduğunu zanneden vefasız bir topluluğa…
Yakın bir dostunun, yakın bir arkadaşının veyahut da yakın bir akrabasının taziyesi olduğunda 3 gün boyunca taziye evinden ayrılmayıp kalan günlerde de taziye sahibinin evinde olup ona destek olan, maddi-manevi her türlü ihtiyaca atlayıp elinden geleni yapan bir nesil vardı. İşte o nesilden, taziye evine girip oturmaya utanan, “Gidip ne yapacağım? Mesaj atarım.” diyen bir nesil yetişmiştir. Dostluk, hatır ve vefa gibi kavramlarla hamuru mayalanmış bir nesilden, uzandığı yerden sadece menfaatini düşünen vefasız bir nesil yetişmiştir.
Toplumsal kademelerin en önemlisi olan taziyelerde yeni nesil gençleri görmek nerdeyse imkânsız hale gelmiştir. Bunun en büyük sebebi bu kültürün aktarılmaması ve gençler üzerinde tatbik edilmemesidir. Bunun sonucunda kalabalık bir ortama girerken selam vermeye çekinen, insanlarla ikili diyalog kuramayan, kalabalıktan biran önce kaçmaya çalışan bir nesil yetişmiştir. Taziyelerde genellikle kalkma safhasında okunan ve en az on ayetten oluşan Arapça da on manasına gelen aşır okuma âdetine bakacak olursak bu işlemi genellikle 40 yaşının üstündeki insanlar yapmaktadır. Çünkü 15 yaş üstü gençlerin büyük bir kısmı ezbere aşır bilmemektedir. Bilen kesim de çekindiği için okuyamamaktadır. Bu kategorinin ancak çok az bir kısmı bu ritüeli gerçekleştirebilmektedir. [Allah onlardan razı olsun.]
İnsanlar bu kültürü o kadar yabana atmış olacaklar ki kültür kendi içinde çeşitlilik kazanmış, deformasyona uğramıştır. Önceleri taziye evleri için yapılan yemekler taziye sahibi tarafından değil, bu zor gününde ona destek olan dostları ve akrabaları için yapılır taziye sahiplerine ve gelen misafirlere ikram edilirdi. Bu şekilde hem taziye sahibine destek olunur hem de maddi açıdan sıkıntıya düşürülmezdi. İslami açıdan da bu böyledir. Taziye için ikram edilecek yemekler, komşu, dost veya hısımlar tarafından yapılır. Günümüzde ise vefa denen kavram menfaat denen mahlûkata esir düştüğü için hiç kimse bu yemek organizasyonunu üstlenmemektedir. Yemek taziyenin bir parçası haline geldiği için de taziye sahibi, “El âlem ne der?” düşüncesi ile yemeği kendisi yapmaktadır. Yani kültür deformasyona uğramaktadır. İyi niyet ve zarif düşünce ile kültüre dâhil olan yemek, deformasyona uğrayarak taziye sahibine sıkıntıdan başka hiçbir şey vermemektedir. Her ne kadar son dönemlerde çeşitli kurumlar tarafından bu husus için çağrı yapılsa da taziyelerde yemek alışkanlığı devam etmektedir.
Mevcut nesli ve gelecek nesilleri refaha ulaştırmak, onları özgürlük ile esarete terk etmek ile değil, kültür ve İslam ile hürriyete kavuşturarak mümkün olacaktır. Batının dayatmış olduğu öğretiler ile değil, aile yapısını koruyarak mümkün olacaktır. Taziye kültürü köklü kültürümüzün sadece bir parçasıdır ve kültürler hiçbir zaman topyekûn yok olmaz. Bir farenin bir tahtayı kemirmesi gibi azar azar, parça parça yok olur. Koruyacağımız her kültür, dirilteceğimiz her kültür bizi tekrardan biz yapacaktır.