Sevgili okuyucular, Babalar Gününden yola çıkarak babalar ve oğulları hakkında düşüncelerimi paylaşmaya çalışacağım.
Baba, bir insanın tekâmül serüveninde çok önemli bir figürdür. Bir erkek çocuğun yaşamında ilk rehber, otorite ve yeri geldiğinde yargıçtır. Anne-baba ve çocuktan oluşan klasik aile üçgeninde, baba erkek çocuk için ilk iktidar (güç) sembolüdür aynı zamanda hayat yolundaki ilk çatışmalarını yansıtacağı bir karakterdir. Psikolojide Margaret Mahler’e göre ayrışma-bireyleşme süreci 36 aylıkken kazanılır. Bu zamana kadar erkek çocuk, annesinin memesine bağımlıdır. Onun oluşturduğu güvenli ortamdan kopamamaktadır. Ancak, hayat psikoloji kitaplarında yazılan teorilere genellikle uymaz. Genelde anne, çocuğun özerkleşmesine farkında olmadan izin vermez ve bireyleşmeye teşvik etmez. Bu, annenin kendi ebeveynlerinden gördüklerinin bir sonucudur. O, sadece doğru bildiklerini kendi çocuğuna uygulamaktadır. İşte, bu noktada çocuğun bireysel, sosyal, cinsel ve kültürel kimliğini kazanma sürecinde güçlü bir baba devreye girer. Annenin, hâlâ psikolojik göbek bağıyla kendi uzantısı olarak gördüğü ve kendisine yapıştırdığı erkek çocuğunu hayata kazandıracak olan babanın göstereceği başarıdır. Annenin erkek çocuğu yapıştırma kuvvetine, babanın uygulayacağı ayrıştırma kuvvetinin üstün gelip gelemeyeceği çocuğun geleceğini belirleyecektir.
Erkek çocuk yetişkinliğe ulaşmadan önce, erginleme sınavının en önemli unsuru ve düzenleyicisi babasıdır. Hayatın, birbirine zıt iki unsurdan oluştuğu modeline dayanarak, annenin yapıcı ögeleri – sevgi, şefkat, bakım verme, ödüllendirme vb. temsil ederken, babanın yıkıcı ve yok edici ögeleri –öfke, hiddet, cezalandırma vb.- kapsadığını ileri sürebilirim. Erkek çocuğun, sağlıklı gelişip bireyleşmesi için kendisini annenin güvenli ortamından ve kurallarından kurtarması gerekir. Aksi takdirde bireyleşmesini gerçekleştirmeyecek ve sağlıklı bir toplumun oluşmasında yer alamayacaktır. Bu, söylediğim sadece konunun anlaşılması için basite indirgenmiş bir modeldir ve yüzde yüz doğru değildir. Annenin hoşgörülü, himaye edici kimliğinden farklı olarak, baba erkek çocuğu farkında olmadan rüştünü ispat etmek için meydan okumaya zorlar. Bu aşamada, baba yok edici ve yıkıcı rol oynar. Anne, aile içinde erkek çocuğunu idare edici, hataları örtücü ve görmezden gelici rol oynarken, baba iddia makamı bir savcı gibi hata bulucu, eleştirici, suçlayıcı ve cezalandırıcı bir konumdadır. Anneye yapışmanın verdiği kesinlik duygusu, ancak güçlü bir babanın sağlayacağı belirsizlik ortamıyla aşabilir. Bunu, basit bir örnekle şöyle açıklayabilirim. Bir erkek çocuk düşünün anne ve babasıyla deniz kenarına tatile gitmişler. Oğlan, yüzme bilmiyor. Anne ve baba denize giriyor. Annenin baskın, babanın pasif olduğu bir ailede çocuğun denize girme şeklini anne belirler. Muhtemelen anne çocuğun elinde tutacak ve suya alıştıra alıştıra sokacaktır. Anne doğasında olan kaygı duygusuyla başa çıkamadığı için kaygı ve korkuları çocuğa da sirayet edecektir. Deniz suyunun çocuğun ancak dizlerine kadar gelmesine müsaade edecektir. Ve oğlunun güvende olması için denize paralel olarak elinden tutarak götürecektir. Böylece çocuğun zihnine denize dikey açılmanın tehlikeli olduğu düşüncesini zihnine ekerek, gelecekteki muhtemel boğulma korkusunu aşılamış olacaktır. Baba, pasif olduğu için annenin yüzme öğretme çalışmasını sesini çıkarmadan izleyecektir. Neden mi diye soracak olursanız, muhtemelen onu da baskın bir anne yetiştirmiştir diye cevaplayabilirim. Babanın güçlü olduğu bir ailede ise, durum değişecek baba, annenin endişelerini giderecek kadar güçlü olacağı için oğlanı denize alıştıracak ve yavaşça suyun üzerinde durmasını ve denize uyum göstererek teslim olmasını öğretecektir.
Burada, geçerliğini yitirmiş bazı psikoloji teorilerine girip sizleri sıkmayacağım. Annenin, erkek çocuğunu kendisine bağlamasının ve iplerinin sıkı sıkı tutmasının sosyo-psikolojik nedenleri de var. Dişil öge, aynı zamanda doğayı ve maddeyi temsil eder. Yapısı gereği, düzeni koruyucu ve muhafazakârdır. Kesinliği içerir. Anacılığın baskın olduğu toplumlarda tarım hâkimdir. Bireyselleşmeye izin verilmez, kollektivite içinde hiç kimse kendini geliştiremez ve serbest düşünemez. Eril öge ise, yeniliği ve yaratıcılığı temsil eder. Keşifleri ve teknolojiyi kapsar. Babacılığın hâkim olduğu toplumlar, bilim ve teknolojide ileride gider. Kalıpları kırıp yeni düşünce modelleri geliştirir. Topluma, sanayi hâkimdir.
Erkek çocuğun ergenlik dönemini aşarak sağlıklı bir yetişkin erkek olmasında en önemli rol babaya düşer. Geleneksel aile kültürümüzde, annenin oğlunu adeta en pahalı mücevheri, hayattaki en değerli varlığı olarak görmesi, çocuğun gelişmesini ketler. Çocuk, bu yüzden özerkliğini kazanamaz ve yetişkinlik döneminde de bir ergen olarak kalır. Annenin, oğluna yapışması ve onu bırakmaması erkeğin evliliğine kadar sızar. Hepimizin çok iyi bildiği kayınvalide-gelin çatışmasının bir nedeni de annenin oğlunu geliniyle paylaşmak istememesidir. Biricik varlığını, sevgilisini yabancı bir kadınla paylaşma düşüncesi, annede kıskançlık ve öfke yaratır. Annenin bu tutumunda, orijin ailesinde pasif bir erkek olan babasının tutumunun rol oynadığını söyleyip üzerinde düşünmenizi isterim.
Günümüzün postmodern toplumunda kadın ve erkek rollerinin karmaşıklaştığı ve aralarında sınırların kalktığı bir dönemde, babanın oğluna sağlıklı erkek kimliği kazandırma görevi, her zamankinden daha zordur. Bunu ancak, kendi annesiyle psikolojik göbek bağlarını koparıp özerkliğini kazanmış, kendi ebeveynleriyle çatışmasını çözümlemiş bir baba başarabilir. Baba, erkek çocuğun bireyleşme yolculuğunda, sevgi ve korku ikilisini yerinde kullanarak onu gelişme basamağının üst sıralarına tırmandıracak ve hayata hazırlayacak yegâne kişidir. Ona, sağlıklı bir erkek kimliğini ancak baba verebilir. Baba, anne-baba yaşantısı, aile içi ilişkileri, dış dünyada toplumsal ilişkileri, mesleğindeki ve iş hayatındaki konumuyla iyi bir rol modeli olacaktır. Böylece, oğlan psikolojik, sosyal, kültürel ve cinsel açıdan sağlıklı bir erkek kimliği kazanacaktır. Fakat anlatmaya çalıştığım model idealdir. Hiçbir aile böyle değildir. Her ana-baba, orijin ailelerinden getirdikleri otomatik kalıplaşmış düşünceler, çözümlenmemiş sorunlar nedeniyle defolu oldukları için, erkek çocuğun yetişkin olma yolu, gerçekte aşılması son derece zorlu ve tehlikeli engellerle doludur.
Size çarpıcı bir örnek vererek, erkek çocuğun yetişkinliğe terfi etmesinde babanın rolünü daha iyi anlamınızı sağlamaya çalışacağım. Doğduğunda oğlanın annesiyle arasındaki göbek kordonu kesildiği halde, gerçekte anneler ve erkek çocukları (kız çocukları da dâhil) arasındaki bağ kopmaz. Bu yüzden, çocuk dünyaya geldiği halde, psikolojik göbek bağını kesemediği için gerçek anlamda doğmuş sayılmaz. Kastettiğim ikinci doğumu, baba yapacaktır. Bunun için babanın bir cerrah ustalığına ve titizliğine sahip olması gerekir. Şimdi şu sahneyi hayal edin. Bir oğlan annesiyle ormanda gezintiye çıkmış. Piknik yapıyorlar. Hava günlük güneşlik. Anne yiyecekleri hazırlarken, oğlan top oynuyor. Annenin gözünün önünde koşup zıplıyor. Sonra aynı şeyleri yapmaktan sıkıldığı için ormanın derinliklerine doğru gitmek istiyor. Annemiz, tipik koruyucu olarak şöyle uyarıyor. “Aman fazla uzaklaşma, oraları tehlikeli. Karşına kurtlar ve ayılar çıkabilir.” Çocuk, annesinin sözlerine omuz silkip gülüyor ve o tarafa doğru koşuyor. Anne ise abartıp şöyle bağırıyor. “Çocukları hiç sevmeyen bir ejderha var. Midesine indiriyormuş.”
Oğlan, önce bir duraksıyor ve kararsız kalıyor. Ama macerayı seven tarafı, zihnine işlenmiş korkulara ağır basıyor ve ormana dalıyor. Seke seke yol alırken, kulağına garip sesler geliyor. Yüreği, annesinin sözleriyle pır pır ediyor. Ama kafasını kaldırıp yukarı baktığında, başının üstünden geçen kuşları görüp gülümsüyor. Yoluna hoplaya zıplaya devam ederken, birbirinden farklı ağaçları inceliyor ve dokunarak keşfetmeye çalışıyor. Rengârenk çiçekleri kokluyor ve toprağı elleyerek kendince keşifler yapıyor. Avuçlarının arasına aldığı toprağın yere yavaş yavaş dökülüşünü büyük bir zevkle izliyor ve elinde bıraktığı hissin tadını çıkarıyor. Bu sırada, arkasında uzaklardan gelen büyük bir kükreme sesi duyuyor. Ses o kadar şiddetli ki, ayaklarının altındaki yer bile sallanıyor. Oğlanın ödü patlıyor, kaçmak istiyor ama bacakları beyninin emrine uymuyor ve dona kalıyor. Karşısında bir anda kızıl renkli ve ağzından alevler saçan, boyu ağaçları geçen devasa bir ejder görüyor. Ejderha yere eğilerek ağzından çıkan dumanla bir elektrikli süpürge gibi onu içine çekip yutuyor. Oğlan, karanlık bir girdabın içinde kayboluyor. Kâbus mu görüyorum acaba diye düşünürken, kendini bir yatakta buluyor ve annesini yanında yatarken görüyor. Şaşkınlıktan ağzı açık kalıyor. Yataktan kalkmak istiyor ama bir şeyin onu engellediğini fark ediyor. Dikkatle bakınca annesiyle arasında bir halat görüyor. Babası, gülümseyerek yaklaşıyor. Oğlan, onu görünce gülümsüyor. Ama babanın arkasında bir şey sakladığını fark edince tedirgin oluyor. Babanın yüzündeki gülümseme kaybolurken, arkasında sakladığı şeyi açığa çıkartıyor. Elinde kocaman bir makas tutuyor ve hızla makası oğlana doğru yaklaştırırken oğlan bağırıyor. “Baba, beni öldürme.” Baba, yüzünde çok otoriter bir ifadeyle, “Sadece korkma,” diyor. “Bundan sonra tüm kâbusların bitecek ve rüya göreceksin.” Ve elindeki makasla anne ile oğlu arasındaki halatı tek hareketle koparıp atıyor. “Artık, yataktan kalkıp özgürlüğüne kavuşabilirsin oğlum.” Çocuk, şaşkınlığını gizleyemeden yataktan doğrulur ve önce çekinerek adım atar ve odanın kapıya yaklaşınca kendine güven gelir ve dışarı çıkar.
Bu kısa hikâyeyle bir erkek çocuğunun ikinci doğumu olan yetişkinliğe terfi etme yolculuğunu açıklamaya çalıştım. Bir oğlanın baba olabilmesi ise, toplumda kâmil insan konumunda babalar az sayıda olduğu için çok zordur. Bir erkeğin gerçek anlamda baba olabilmesi, babasının ölümüne bağlıdır. Her erkek çocuk, yetişme döneminin bir bölümünde babasını rakip gördüğü, anneden kıskandığı ve düşmanlık geliştirdiği için babasıyla çatışmalar yaşar. Anne, bilinçli bir insan değilse oğlanın babasıyla olan çatışmalarını pekiştirir. Erkek çocuk yetişkin olup evlendiğinde bile babasının nezdinde çocuk olduğu için baba kimliğini kazanamaz. Onunla yaşadığı çatışmaları devam eder. Daha önce, ifade ettiğim gibi o babayı da kendine yapıştırıcı bir anne yetiştirmiştir. Babanın ölümünden sonra, eğer erkeğin babasıyla olan çatışmaları çözümlenmemişse, bu çatışmaları hayatında babayı temsil eden otorite konumundaki tüm kişilere – işveren, amir, üst, kendisinden daha güçlü ve başarılı bir arkadaşa- yansıtabilir. Bazı babalar, ellerindeki iktidarı –gücü- oğullarıyla paylaşmayacak kadar bencil olabilir. Bu tip babalara, kariyerlerinde zirve yapmış, toplumda sivrilmiş söz sahibi güçlü ve narsisist tipler arasında rastlanabilir. Böyle babaların çocukları bırakın özerkleşmeyi, bireyleşmeyi, babaları tarafından yutularak hayat boyu pasif, silik ve gölgede kalırlar. Güçlü babanın gölgesinde kalan çocuk, babası sahnede performans gösterirken, perde arkasında kalan ve ömür boyunca sahneye çıkamayan başarısız bir aktöre benzer. Tarihte bunun Dünya’dan ve Türkiye’den örnekleri çoktur. Amerika’nın dördüncü Başkanı olan ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar en uzun süreyle görevde kalan Franklin Roosevelt ve hiçbir işte dikiş tutturamamış, başarısız oğlu James Roosevelt. James, babası gibi siyasete girmek ister, başarısız olur. Hollywood’a girmek ister, orada da büyük hayal kırıklığı yaşar. Çok büyük bir futbolcu ve teknik adam olarak sayısız başarılara imza atan Johan Cruyff ile çeşitli takımlarda futbol oynayan ve vasatın üzerine çıkmayan Jordi Cruyff ise başka bir örnektir. Jordi, her zaman babasının gölgesinde yaşamıştır. Ülkemizde de çok çarpıcı örnekler vardır. Ancak, toplumun hassasiyetlerini düşünerek değinmeyeceğim. Sadece şunu söylemeden geçemeyeceğim. Hepimizin gönlünde filmleriyle taht kurmuş, bizi güldüren ve toplumsal sorunları değinerek düşündüren Kemâl Sunal gibi güçlü bir babaya rağmen, Ali Sunal yaptığı işlerle gölgede kalmayıp başarılara imza atmıştır.
Bir erkek, babası güçlü olsun ya da olmasın, babasının gölgesinde kalmamak ve olgunlaşmak için babasını zihninde öldürmek zorundadır. Böyle yaptığı takdirde, babasıyla çatışmalarını bitirip onun iyi özelliklerini de içine alır ve yaşam sahnesinde perde arkasından perde önüne çıkabilir.