Bozkır ıssız ve dahi sonsuz bugünlerde… Kulağını delip geçen bu ses, sonbahar mevsiminin yaslı yalnızlığına dalalet eden bir cümleden başka her şeye benziyordu. Güzide’nin onu terk eden gamlı sesi, anasının onu emzirip hayata tutundurmaya çabaladığı gençlik günlerine, babasının emek terleriyle cebine kondurduğu kağıt parçasının sesine, ilk ayrılığı olan, bebe yaşta hayata tutunamadan giden kaybının acısı hala dinmeyen kız kardeşinin buğulu bebe gözlerine…
Neyse ki hayata tutunmasına vesile olan bir şeyler daha vardı şu canına yandığımın dünyasında. Hem bu dünyada yaşadığı acılarında tatlı bir meltemi vardı. Tıpkı Kenan illerinden düşüp yavrusuna koşan, gözleri vuslatın yorgunluğuna dayanamayıp bir gömlekle açılan Yusuf Peygamberin (a.s.) babası Yakup Peygamber (a.s.) gibi. Onun da vuslatına kavuşmasına ramak kalmıştı. Hem anası ne demişti ‘‘Ha bugün ha yarın oğul, sen kendini merakta koma.’’ Bu hayatta bir anasına bir de Güzidesine güveniyordu. Başka kime güveneceğim ki diye iç geçirmenin faydası yoktu. Ama bacısı onu daha bu gaddar hayata başlamadan merakta komuş, üstüne üstlük bir de yarasını dindirmeyecek bir acı bırakmıştı. Anası oğlunun bu düşünceli halini görüyor elinden sadece ‘‘Oğul, sen kendini merakta koma’’ demekten başka bir çare gelmiyordu. Oğlunun Güzide’ye kavuşmasının imkânsız olduğunu her ne kadar dillendirmeye kalkışsa da o dinlemiyor, tam aksine sımsıkı sarılıyordu. Anası artık bu dünyadan hicret vaktinin yaklaştığını sezerek köyün ve bozkırdaki gariplerin halinden en iyi anlayan Cavit Emmiyi evine davet ederek oğlunu toparlamasını istedi yalvara yakara. Cavit Emmi yerde debelenip duran oğlan ve Güzide’ye sımsıkı bakarak cebindeki tütün torbasından bir cigara sardı acı bir tebessümle sözlerine başladı:
– Bak oğul Güzide kızımızı da yordun haydi bırak artık biraz dinlensin.
Oğlan acı içinde gülerek:
– Ya o da bacım gibi beni bırakıp merakta korsa.
Ana ve Cavit Emmi gözleri yaş içinde biçare mecnuna bakarak iç çekti.
Anası oğluna sitemkâr adımlarla yaklaşarak bağırdı:
– Güzide yok oğul Güzide yok o ancak bir hayalden ibaret anla artık baktığın şu zıkkım fotoğraf zımbırtısını çöpe at.
Gözleri öldürülen bir meyyit gibi açılan oğlan acı içinde kıvranarak:
– Ana beni merakta koma diyen şu bozkıra ne decen anaa?
Yaşlı kadın vuslat vaktinin yaklaştığını düşünerek oğlunun yanına yaklaştı:
– Oğul ben bu diyarlardan giderim sen vuslatına kavuşamadan giderim. Allah billah aşkına benim öbür dünyamı zindan etme bırak artık şunu.
Oğul tüm bu dediklerini dinlemeden sımsıkı fotoğraf karesine sarıladursun yaşlı kadın yaklaşan vuslatına adım atmanın heyecanıyla:
– Geldim guzum.
Oğlu ise tüm olanlardan habersiz anasının Güzideyi bulduğunu sanarak:
– Ana Güzide’yi merakta koma ana.
Vuslatının sona erdiğinin belirtisi anasının yüzünde belirmiş:
– Ha bugün ha yarın oğul, sen kendini merakta koma.