Sessizce yitip gitti tıpkı bir boşluk gibi hayatım. Sanki ne zorum vardı da gittim o aptal beyaz önlüklü doktora. Hem ben onun güzelliğinin dışında hiçbir bilginin gerçek olduğuna inanmam ki alternatif tıp haricinde. Onun gerçekliğini de babam kanıtlamıştı bana. Asla inanmam dediğim bu bilim aslında insanlığın en başından beri varmış ama benim bu kadar bilgiden haberim yokmuş. Doktor hastalığımın ilerlemiş bir vaka olduğunu söyledi ama bakalım nasibimizde varsa yaşamak yaşar gideriz bu kalleş dünyada. Hastalığımın adı sirozmuş meğer karaciğerlerim benden şikayetçi olduğundan yağ bağlamışlar. Bu işin kaçarı yok, gerekli organ bulunursa bana organ nakli gerçekleşecek ya da ben yavaştan öte dünyaya hazırlık yapıp işlediğim tüm günahlar için tövbe edeceğim.
Çocukluğumun en güzel anıları o mahallede geçti şimdi ben orayı nasıl terk edip her şeyi geride bırakacağım. Gerçi insan neleri unutmuyor ki bunu da unuturum elbet.
Bahçesi geniş evlerden oluşan mahallede görmüştüm onu tam 7 yıl evvel. Yaz mevsimi olmalıydı. Arkadaşlarımla evde yük olmamak adına parka gitmiştik. Henüz bu kadar kirli değildi dünyamız.
Analarımız babalarımız bizleri telefonun ekran kutucuğuna şimdiki kadar hapsetmemiş en azından dışarıdaki insanlar bu kadar kirlenmemişti. O yüzden bizde güzel havanın ve fiyakalı bir iznin tadına çıkararak yürüdük parka doğru.
Yoldan geçerken kimimiz evlerin bahçesinden dışarı doğru sarkan vişne ağaçlarından meyve koparıyor, kimimiz ise ekşi olduğuna aldırmaksızın çocuk aklımızla nokta büyüklüğündeki elmaları yiyordu. Ta ki ev sahibi bizlere bağırıp kovalayana değin.
Parkın kapısından içeri girince onu görmüştüm. Aman Allah’ım resmen lal olmuştum. Güneşi bunca zaman görmediğimi yalnızca gölgeler gördüğümü düşündüm o an. Yanımdaki arkadaşım benim ona doğru dalıp gittiğimi görünce kendime gelmem için dürttü. Ama iş işten çoktan geçmişti. Arkadaşıma ona aşık olduğumu o yüzden daldığım söyledim. O da herkes gibi şaşkınlık duydu ve güldü. Parka girdikten sonra onun kaydığı kaydıraktan kayarken yalandan düşüşleri, benim ona yardım edişim ben düşermiş gibi yaparken onun bana yardımsever bakışları ve o zamanı tutmak ister gibi asla onu bırakmak istemeyişim…
Muhtemelen hepiniz çocukça hevesler deyip geçersiniz ancak benim bu hayattaki en büyük aşkım bu olmalı ve aynı zamanda en büyük hayal kırıklığım. Çünkü oyunumuzu oynadıktan sonra kuzenine misafirliğe geldiğini öğrenmem -belki de bir daha asla karşılaşamayacağımızı düşünmem- ve yorgunluktan sonra iyi gider diye dondurma alışında bana da ikram etmek istemesi üzerine abisinin pis bakışları o yaşta beni en büyük hayal kırıklığına gark etmişti. Çocukluğumuzdan kalan en büyük miraslar hepimizin hayatında büyük izler bırakır.
Ancak bu hayatta en zoru ise çocukluğunu yaşayamadan büyüyenlerdir hiç kuşkusuz. Bana sorarsanız bende 21 yıllık evimden taşındığımız zaman bunu hissettim tıpkı ilerisinin siroz olduğunu duyduğum o an gibi. Ağlamak istiyorsun gözünden bir damla yaş gelmiyor sanki onu göreceğim anın ihtimaline saklar gibi gizleniyor gözyaşlarım kalbimin esaretine saplanıp kalıyor. Ancak yaşadıkça bir umut var diyorum kendimi avutmak ister gibi hoş avut avutabilirsen ne kadar inanır bu ruh bu kalpte kaldığı müddet.
İşte böyledir hayat bir sevince bir hüzne yenik düşersin. Kimi zaman ise gördüğün eski bir dost umut olur sana, hiç ummadığın bir anda hayata yeniden sımsıkı sarılırcasına bırakmak istemezsin, ancak gün gelir ufacık bir sinek bile seni hayattan koparmaya güç yetirir. Sen yeter ki acı ve tatlı olayları unutmadan hayatı ıskalama.
Yazının başarılı olduğunu düşünüyorum ve beni nedense 90 yılları hatırlattı