“Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” (Sokrates)
“Sözlerinin amellerinden sayıldığını bilen kimse, az konuşur ve ancak kendisini ilgilendiren şeyleri söyler.” (Hz. Ali)
Çağımız bilgi çağı ve kendini tanımayan insanların çok fazla olduğu bir çağ. Bilgiyi ezber, diğerini anlamak için dinleme yerine, davranışsal ‘ben senden daha iyi biliyorum’ modunda, pratik hiçbir karşılığı olmayan, gerçekte bilmediği halde, gerçek bilgi sahibi insanı, bildiğini zannederek engelleyen, egosu yüksek kendini bilmeyenlerin çağı… Kendini bilmek deyiminin ilk anlamı, kişinin kendisiyle ve başarılarıyla övünmemesi, her zaman alçakgönüllü olmasıdır. Türk milleti hem kibirli hem de düşünmeden konuşan kişileri ”kendini bilmez” olarak tanımlar. Bu deyimin ikinci anlamı ise, bir insanın yeteneklerinin, sorumluluklarının ve hedeflerinin ne olduğunu bilmesidir.
SORUMLULUK VE HEDEFLERİMİZİ YETERİNCE BİLİYOR MUYUZ?
İnsanın temel dinamiklerinden en önemlisi her şeyi bilme arzusu merakıdır. Bilmek kadar önemli olan bir diğer şey de, insanın kendini bilmesidir. Neyi bilip bilmediğinin bilincinde olabilmesi için insanın bilgiyi özümseyebilmesi, dışarıdan objektif bir gözle bakabilmeyi öğrenmiş olması gerekebilir. Birçok kaynaktan, düşünürden, politik, dini, evrensel çevreden çok yönlü bilgi alışverişi, kendine ait bir kimlik inşa etmenin farkındalığında kendi yaşam yolunu, özgür ve özgün iradesiyle yürüyebilme gücüne ulaşabilmesidir.
Dünyada teknoloji bilişim ve tasarım geliştikçe cehalet ve seviyesizliğin artması çok ilginçtir.
Teknolojik gelişmeler sayesinde insanın kolaylıkla ulaşabildiği bilgilerle doğru ya da yanlış bilgi satıcısı konumunda olması da ayrı bir konudur.
Hatırlamak gerekir ki, her insan farklı bir konunun cahilidir.
İnsanın en büyük handikabı diğeriyle iddialaşmasıdır.
Diğerinin uzman olduğu konular üzerine kendi büyüklüğünü iddia etmesidir (Mevzu dönüp dolaşıp iblisin ben ateşten yaratıldım, Adem ise topraktan ben ondan daha üstünüm mantığına dayanmaktadır).
Günümüzde bir fikir ortaya koyduğunuz andan itibaren herkesin her şeyi bildiğini hayretle izleyebiliyorsunuz.
Herkes psikolojiyi biliyor… Öğretmenliği biliyor… Hasta tedavi etmeyi biliyor… Dini biliyor…
Kısaca her şeyi bildiğini ispatlamaya çalışıyor gibi.
“Kendisine edep yüklenen kimsenin kötülükleri azalır. Kendini tanımayan kimse kurtuluş yolundan uzaklaşarak cehalet ve sapıklık yoluna girer.” (Hz. Ali)
Hep hatırda tutmak gerekir ki, Peygamber Efendimize (s.a.v.) Allah’tan Cebrail vasıtasıyla vahiy geldiği zaman “ben bilmiyorum” sözü ilk hadis, insanlık alemine ilk nasihattir…
Neyi biliyorum, neyi bilmiyorum, bunun muhasebesini yapmaya her insanın acilen ihtiyacı vardır.
Neden? Çünkü insan bunalımlı bir çağın içinden geçmektedir.
Hoşgörüsüz birbirinde kusur bulucu bir toplum da yaşayan mahkum ruhlar gibiyiz.
Her şeyi bildiğini zanneden insanlar birbirini anlayamıyor.
“Benim gözümle bak, benim düşündüğüm gibi düşün, benim düşüncem doğru, benim inancım doğru”, dayatması…
Japonya’da meşhur bir söz der ki; “Kendinle o kadar ilgilen ki başkalarıyla ilgilenmeye vaktin kalmasın.” Kendini inşa et. Benimle meşgul olursan kendini, yeteneklerini unutursun. Yetersizlik hissiyle her şeyi bildiğin iddiasına girersin.
İNSANA DAİR ÖZELLİKLER YOK MU EDİLİYOR?
Bilgi iyiliğe ulaşmak için değil de, insanı insanlığından uzaklaştıracak hamlelerle üretiliyor olabilir.
Dünyada teknolojik gelişmelere önemli miktarda harcama yapan erkler aynı oranda insanın ahlaki gelişimine yatırım yapmayı gündemine bile alamıyor… Kazanmak en büyük başarı olarak sunuluyor. İnsana ait sevme, sevilme, topluma aidiyet duyguları dejenere ediliyor.
Mal artıkça daha fazla kazanma, diğerini yok etme hırsı ve tamah aynı oranda artıyor. Mal sevgisi kardeşliğin önüne geçebiliyor. Çalışmak üretmek yerine, havadan para kazanmaya özenebiliyorlar. Paranın araç değil amaç olması, kişiliğini, kimliğini parayla özdeşleştirmesi iyiliğin azalmasının en önemli sebepleri arasındadır.
Bu gibi nedenler insanı yaratılış amacı dışına iten etkilenmesi olası sebepler olarak görülebilir. Her güçlüğe rağmen, insanın en büyük ödülü ne olacaktır bilir misiniz?
Dünyada karşılaştığı güçlüklere rağmen, yetenek ve azimle bütün zorlukları aşması, özgür ve özgün düşünceye sahip olabilmesidir.
Dünya bir parmak balla kendi tadına baktırıyor. Her konuda insanın iştahını açıyor. Hiçbir insanı tam anlamıyla doyuramıyor. Dünya değirmeni insanı bir o yana, bir bu yana kendi emelleri doğrultusunda öğütüp duruyor.
İnsan elindeki nimetlerin değerini tam olarak bilemiyor, hissedemiyor, algılayamıyor. İnsanda doymayan bir nefis var ve dolayısıyla nimetin şükrünü layıkıyla eda edemiyor.
İnsan varlık ve yoklukla sınanıyor. Son yıllarda insanoğlu (sel, deprem, covit vb.) doğa olayları ile cebelleşmesine rağmen ibret almamış gibi davranışlar sergiliyor.
Aşağılanmışlık, değersizlik, çaresizlik gibi yapay duygular, insanın değer yargılarını yok edebiliyor ve bu durum toplumda derinden hissediliyor. En bariz görülen duygunun davranışlar üzerindeki gücü karşısında fikirlerin çok zayıfladığı…
İnsanların kardeşlik, komşuluk, akrabalık, dini, milli, vatan, millet gibi derin duygularla bağlı oldukları değerlerin yerine, acı, öfke, korku, umutsuzluğa karşı fikirleri ve duyguları arasındaki irtibat yok edilmiştir.
Maddi-manevi değerlerin ayrımını yapacak duygu ve düşünceden uzaktırlar. Neye inanacakları, neye tutunacakları konusunda şaşkınlık içinde beklemekteler. Maddi-manevi dayatmalar karşısında, insanın acı çektiği bariz bir şekilde görülüyor.
İyiye ulaşma arzusunu insanın içinde taşıdığı aşikardır. Toplumda iyiye ulaşma arzusu ne kadar zayıf olursa olsun onu kuvvetli hale getirmek her zaman mümkündür. Hiç yoksa bir şey, belki hiçbir şey yapılamaz, fakat az bir iyilik arzusu taşıyanlarla çok şeyler yapılabilir.
“Ahlakını güzelleştir ki, Allah hesabını hafifletsin.”
“Ayıbın en büyüğü, sende olan bir ayıpla başkasını kınamandır.”
“Sakın insanın iyisi ile kötüsünü bir tutma. Çünkü bu eşitlik, iyileri iyilikten soğutur.” (Hz. Ali)