“Gece, izini silmeden sabah olmuyor. Bak nasıl da çekildi yıldızlar. Rüzgâra kapılmış kum tanecikleri gibi yitip gittiler gökyüzünden. Gördün değil mi?”
Bazen kaybederken, kaybetmeyi kendine yediremeyip inat edip er ya da geç başarıya ulaşacağım derken, belki başarıya ulaşmanın vakti gelmedi diyemiyorum. Oysa benim gibi bu inatla yorulanlar, kendi zavallılığını daha en başında kabul eder olsaydı çok acı ıstırap çekmezdi. Ben belki de anında kazanan bu kazançla böylesi bir yaşamın adamı şu anda değildim, başarmaktan öte çabalamam gerekti. Asla pes etmeyecektim. Son bir gayret, son bir çırpınış yüreğimin bir köşesinde hâlâ saklı dururken yoluma devam edecektim.
Bazen kendime sorarım, insan dediğimiz nedir ki? Sonrasında derim ki, insan bir arayış hikâyesinden başka nedir ki? Önce kendini arar, sonra rızkını arar, arzu ve heveslerine uygun olanı arar, bir yâri, Rabbini arar, huzuru, zenginliği, manayı, annesinin kokusunu arar, o gittikten sonra arada arar durur. Bazen beklenilen koşullarda, bazen de beklenilmedik koşulların imkânsızlığında koşar. Bazen içine aşkı katmadan, manaya ulaşmadan sadece kendisi için arar. Bazen aşkı içine katarak herkes için güzel olanı arar. Sahip olmadığı bu dünyada sahip olmayı ister, oysa her şey emanettir. Sahip olduğunu dağıtarak kazanmak varken hepsi benim olsun diye çırpınır durur.
Aslında bir yerde okumuştum; “Seversin kavuşamazsın bu aşk olur” diye. Belki de aşk kavuşamamaktı, sadece yaşamaktı, anlamak değildi. Bazen sinemizi yakan bir ateş, bazen cennet bahçelerinde gezdiren ve özlemle aratandı. Belki de uzak denilen bir kelime yoktu, araya örülen duvarlar vardı. Bazen yaz gününde başımıza kendimizce yağdırdığımız kardı. Bir gülümseme beklerken ulaşamadığımız, bir kelime, bir söz bizi yakın ederken bu söz ve kelimeyi kullanmayınca uzak kalan bizdik, bildik derken hiçbir şeyi bilmeyendik!
Sorsak birisine;
– Dünya nedir, diye.
– Yaşanılacak bir mekân, diye cevap verir düşünmeden.
Oysa aşkı içine katarak aşkla yaşamaktır diyemez. Hatta aşksız yaşanılmayacak bir yer diyemez, bunu yıllar sonra anlar ki o zaman da iş işten geçmiş olur. Keresteciye odunu verirler, yontar, şekil verir, insana lazım olacak bir kanepe, bir divan, bir pencere yapar, dünyaya evin içinden bakabilelim, karanlık içinde kalmayalım diyerek. İnsana da Rabbim aşkla sevmeyi vermiş, iç dünyamıza onunla bir pencere açarak aydınlatmak için, tabii ki kolay değildir, kolay olsa herkes yapardı. Biz doğuştan aşkla yaratıldık, içimizde aşk var, sadece gönül kapısını açmak yeter. İçten sevebilmeyi bilenlerden olmamız dileğimle vesselam.