2000 yılının son günleriydi. Uykumun ve rüyamın en tatlı anındayken dün gece saat 9’a kurmuş olduğum alarmım beni uyandırdı.
Elimi ve yüzümü yıkadıktan sonra alışkanlığım üzerine üstümdeki pijamaları çıkarıp elbiselerimi giydim. Beyaz gömleğimin üzerine siyah V yaka bir kazak, altına ise aynı renk bir pantolon giyip oturma odasına doğru yöneldim. Biraz koltukta oturmayı tercih ettim. Yaklaşık 15 dakika hiçbir şey yapmadan ve hiçbir şey düşünmeden öylece oturdum. Kahvaltı yapma gibi bir alışkanlığım olmadığı için, mutfağa gitmek hiç de içimden gelmiyordu. Lakin bir şeyler de atıştırmam lazımdı. Mutfağa doğru yöneldim. Ahşap renkli yemek masamın üzerindeki kâsede duran cevizler gözüme ilişti. Buzdolabında duran sütten de bir bardak çıkarıp ceviz eşliğinde atıştırdım. Sabah gazetesini okumak için oturma odasına yönelirken kapı çaldı. Sabah sabah kim olabilirdi ki? Beklediğim bir misafirim de yoktu. Biraz endişeli, biraz da meraklı bir tavırla kapıya doğru ilerledim. Dürbünden baktım, gelen yabancı değildi. Zaman zaman görüştüğüm arkadaşım Komiser Kemal’di. Kemal’i daha fazla bekletmemek için kapıyı açtım. Komiser Kemal sivil görevli olduğu için üniforma giymezdi. Üzerinde beyaz renkli boğazlı bir kazak ve siyah renkte bir şişme yelek vardı. Siyah kot pantolonu ve siyah kaba botları ile tam uyumlu bir kombinle karşımdaydı. Kapıyı açınca güleç bir ifadeyle, “Merhaba Rauf, günaydın.” dedi. Ben de hemen aynı şekilde mukabele göstererek içeriye davet ettim. Evin salon kısmına geçtik. Cam kenarında bulunan tekli kırmızı koltuklara oturduk. Selamlaşma ve hal hatır sorma faslından sonra merakıma yenilip Kemal’e, “Hayırdır İnşallah Kemal sen kolay kolay gelmezdin bana, kötü bir şey yoktur umarım.” dedim. Kemal’de latifeme karşılık olarak, “Elbette seni özlediğim için gelmedim. Bir dava hakkında yardımına ihtiyacım var Rauf.”
“Seni dinliyorum Kemal, nedir bu dava?”
“Geçtiğimiz günlerde ünlü iş adamlarından Ferit Bey bir anda sırra kadem bastı. Ailesi cinayetten şüpheleniyor, yaklaşık 10 gündür haber alınamıyor. Biz de yaptığımız çalışmalarda en ufak bir ilerleme kaydedemedik. Sana danışmaktan başka çarem kalmadı. Biliyorsun, seninle ortak çalışarak çok dava çözdük, beni kırmayacağına eminim. Beni bu davadan kurtar ortak.”
Aslında işlerim gayet yoğun ve tempoluydu. Bu esnada böyle çetrefilli bir işi almaya ne zamanım ne de imkânım vardı, lakin Komiser Kemal’le iyi bir hukukum vardı, ayrıca davalarımda o da bana her zaman yardımcı olup istihbarat sağlamıştı, onu kıramazdım.
“Aslında çok yoğunum ama bu davada seni yalnız bırakamam ortak.” diyerek iş teklifini kabul ettim.
“Beni kırmayacağını biliyordum Rauf. Çok teşekkür ederim, yarın sabah saat 10’da seni alayım mı? Çalışmaya Ferit Bey’in evinden başlamak istersin herhalde?”
“ Evet, çok iyi olur, yarın tam 09.57’ de hazır olurum.”
“Tamamdır Rauf. Yarın görüşürüz.”
***
Sabah 09.57’de aşağıda hazır bir şekilde bekliyordum. Üzerimde her zamanki gibi gömlek ve V yaka kazak vardı. Siyah renkli ceketim kazağım ile renktaştı. Saat tam 10’da Komiser Kemal 80 model Chevrolet arabası ile yanıma yanaştı. Araca binip Ferit Beylerin evine doğru yol aldık.
Çok geçmeden eve varmıştık. İki yana açılan demir kapıdan içeriye girdik. İki aracın geçebileceği genişlikteki yolun iki kenarı da lükstrüm ağaçları ile kaplıydı. Bu yolun sonunda etrafı bahçeli olan 3 katlı bir konak bizi karşıladı. Araçtan inip kapıya doğru yöneldik. Komiser Kemal zile bastı. Kapıyı bir bayan açtı. İş kıyafetlerine bakılırsa kendisi bu evin hizmet işleri ile ilgileniyordu. Kemal kimliğini göstererek, “Elif Hanımla görüşecektik.” dedi. İçeri girer girmez geniş ve sade bir hol bizi karşıladı. Hizmetçi Hanım refakat ederek bizi Elif Hanım’ın bulunduğu salona götürdü. Elif Hanım 30’lu yaşlarda, kızıl küt kesim saçlı, 165 cm boylarında zayıf bir bayandı. Bizi görünce tütmekte olan sigarasını önündeki küllüğe bastı ve ayağa kalkarak, “Hoş geldiniz.” dedi. Kemal’le senkronize bir şekilde, “Hoş bulduk.” diyerek mukabele ettik. Kemal lafı uzatmadan biraz da mübalağa ederek Elif Hanım’a beni takdim etti.
“Elif Hanım, bu evde siz ve eşinizden başka kim yaşıyor?” diyerek işe başladım.
“Ben ve eşimin dışında evimizin hizmet işleri ile ilgilenen Sanem, kâhyalığımızı yapan Yahya Efendi var.”
“Peki ya çocuklarınız… Onlar başka evde mi yaşıyor?”
“Hayır, maalesef çocuğumuz yok. Ferit’le çok istedik ama bir türlü olmadı.”
“Peki, eşinizin hasımları var mıydı ya da ne bileyim son zamanlarda kavga ettiği kimseler var mıydı, son zamanlarda tehdit aldı mı?”
“Düşmanı yoktu, son zamanlarda ihale için oluşan gerginlikleri saymazsak tabi.”
“Ne gerginliği bu, bahsedebilir misiniz?”
“Elbette. Kocam büyük bir işadamı, sürekli bu tür ticari ihaleler alır. Son zamanlarda bir inşaat ihalesi vardı. Kocam bu işi almak için ekibi ile çok çalıştı, lakin bir başka firma daha bu işe talip olmuş. Kocam ve ekibi işi almaya daha yakındı. Bu firma da sürekli eşimi tehdit ediyordu. Daha önce de böyle durumlar olmuştu Ferit, ‘Bunlar hep göz boyamak için.’ der geçiştirirdi. Bu defa da öyle sandık ve ciddiye almadık. Ama kocam tam 11 gündür ortalıkta yok, ne bir haber var ne de bir bilen var.”
Gerçekten dava Kemal’in bahsettiği kadar girift bir haldeydi. İpler birbirine girmiş, adeta düğüm olmuştu, bu kadar çok ihtimal arasından suçluyu bulmak, birbirine girip kör düğüm olan onlarca ip arasından çözüm ipini bulmak gibi bir şeydi. İhaleye giren firma Ferit Bey’i kaçırmış olabilirdi. Eşi ve evdeki diğer çalışanlar da sorguya çekilmeli… Filhakika zifiri karanlık bir odada duvarlara dokuna dokuna ışığın düğmesini bulacaktık. Bu da oldukça zor olacaktı.
***
Ertesi gün Komiser Kemal ile tekrar Ferit Bey’in evine geldik. Elif Hanım’dan Ferit Bey’in odasına girmek için izin istedim. Ferit Bey’in evde iki odası vardı, biri eşi ile kullandığı yatak odası, diğeri ise çalışma odasıydı. İlk olarak çalışma odasından başladık. Çalışma odası gayet genişti, duvarlar beyaz renk duvar kâğıdı ile kaplıydı, hemen girişte sağ tarafta 3 tane tekli koltuk vardı. Kapının tam karşısında geniş ahşap bir masanın üzerinde bilgisayar ve bazı proje kâğıtları vardı. Masanın hemen sol tarafında büyük bir kitaplık vardı, belli ki Ferit Bey iyi bir okuyucuydu. Oda gayet geniş olmasına rağmen oldukça sade ve gösterişsizdi. Bu odada kayda değer bir şey yoktu. Daha fazla zaman kaybetmeden yatak odasına doğru yöneldik. Çalışma odasının aksine aşırı gösterişli bir odaydı burası, lakin burada da kayda değer bir şey yoktu, sadece odanın içinde bir kasa vardı, belki bu işe yarayabilirdi. Elif Hanım’a dönerek; “Bu kasanın şifresini biliyor musunuz acaba, açmamız mümkün mü?” diye sordum. Maalesef kasa hem anahtar hem de şifre ile korumalıdır. Şifreyi yalnızca Ferit biliyordu, anahtarı da her daim onda dururdu. Anlaşılan buradan bilgi edinemeyecektik. Elif Hanım’la vedalaşıp ayrıldık. Komiser Kemal ile birlikte arabaya doğru yürümeye başladık. Arabanın hemen yanında bir adam bahçedeki otları yoluyordu, herhalde kâhya bu olmalıydı. 50-55 yaşlarında uzun boylu iri bir adamdı, sakalları beyaz ve gürdü, kaşları da aynı şekilde gürdü, üzerinde sarı bir tulum vardı. Yanına yaklaşarak, “Kolay gelsin bey amca” dedim. “Teşekkür ederim” diyerek karşılık verdi. Yüzü kızgın ve asık, sesi kaba bir adamdı kâhya. Yolduğu otların yanında sarı renkte Salvador Dali gülleri vardı, bu gülleri ben de çok severdim. Güllere bakarken Yahya Efendi’nin elleri dikkatimi celp etti. Sağ elinin üst kısmında çizikler vardı, sanki kedi parçalamış gibiydi. Dayanamayıp söze atıldım.
Gözlerimle elini işaret ederek, “Geçmiş olsun” dedim. Hiddetli bir şekilde elini geriye doğru çekip bir müddet düşünerek, “Sağ ol. Kediler işte… Bahçedeki çimleri eziyorlar, kovunca da parçalıyorlar.” dedi.
Bu söyledikleri bana hiç inandırıcı gelmemişti, zira konuşurken avuçlarını kapıyordu. Bedenini yere çivilemiş gibi hareketsiz duruyordu. Elleri ve omuzları aşağı doğru hep hareketsizdi. Konuşurken ne benle ne de Komiser Kemal’le göz teması kurumayıp sağa sola bakıyordu. Konuşmaya başlamadan önce bir müddet durup gözleri ile sol tarafa bakmıştı, bu da kurgu yapmaya başladığı anlamına geliyordu. Çünkü doğruyu söyleyen biri geçmişi hatırlamak için sağ tarafa bakıp görsel hafızasını çalıştırır, kurgulamak isteyen ise gözüyle sol tarafa bakar. Bunun dışında konuşurken dudakları sürekli içine gömülü bir şekilde duruyordu. Tüm bunlar Yahya Efendi’nin yalan söylediği anlamına geliyordu.
Komiser Kemal hiçbir şeyden şüphe duymamıştı tabi. Arabaya binince gözlemlerimi ona da anlattım. “Ben bu dediklerini hiç fark etmedim Rauf. Neden bize yalan söylesin ki?”
“Tam olarak bilmiyorum ama Yahya Efendi’yi bir müddet gözlemlersek dava açısından iyi olacaktır.”
“Sen nasıl istersen Rauf. Şubeden arkadaşları bu konu için görevlendireceğim.”
“Peki, ben de yarın Elif Hanım’la ev dışında bir yerde görüşme talep edeceğim, bakalım kimmiş bu Yahya Efendi.”
***
Ertesi sabah erkenden uyanıp yazıhaneme geçtim. Birtakım işlerimi hallettikten sonra zaman kaybetmeden Elif Hanım’ı arayıp görüşme talep ettim. Anlaşmamıza göre 1 saat sonra şehrin güneydoğu kısmında kalan Nizamiye parkında buluşacaktık. Alışkanlığım üzere buluşma yerine 10 dakika önce geldim biraz bekledim ve nihayetinde Elif Hanım’da zamanında teşrif etti.
Selamlaşma faslından sonra konuşmak üzere parkın karşısında bulunan bir pastaneye girip oturduk. Daha fazla zaman kaybetmeden konuya girip, “Yahya Efendi’yi ne zamandan beri tanıyorsunuz, nasıl biridir?” diye sordum.
“Yahya Efendi’yi Ferit’i tanıdığım günden beri tanırım. Yahya Efendi Ferit’in en güvendiği insandır aralarında asla patron-işçi ilişkisi yoktur. Ferit her daim Yahya Efendiyi gözetip saygı duyar hatta zaman zaman dertleşir bile. Yahya Efendi de Ferit’i oğlu gibi sever zaten Ferit onun yanında büyümüş dersek yanlış bir cümle kurmuş olmayız. Uzun yıllardır bu evde hizmet veriyor öyle ki Ferit daha çocukken bile Yahya Efendi bu evde kâhyalık yaparmış.”
“Peki, nasıl biridir Yahya Efendi?”
“Gayet sakin bir insandır. Pek fazla konuşmaz, gün boyu sadece işine odaklanır, yaşı ilerlemiş olmasına rağmen hala işine dört elle sarılır. Bize karşı çok vefalıdır, beni ve Ferit’i çok sever. Çok monoton bir yaşamı vardır, işleri bitince kendi müştemilatına çekilir. Dışarı çıktığına pek fazla şahit olamazdık ne ailesi vardır ne akrabası ne de arkadaşları kendi halinde yaşayan, zararsız bir insandır.”
“Anladım Elif Hanım bu bilgiler işimize yarayacaktır. Çok teşekkür ederim.”
“Neyin işinize yarayacağını bilmiyorum ama lütfen kocamı bulun dedektif.”
Tam Elif Hanım cümlesini tamamlarken ona cevap vermeme müsaade etmeyen telefonum ısrarla çalıyordu. Arayan Komiser Kemal’di müsaade isteyip telefonu açtım.
“Rauf hemen yanıma gelmelisin çok önemli gelişimler var.” dedi. Elif Hanım’ı da alıp hızlı bir şekilde konağa döndük. Konağın girişinde Kemal bizi karşıladı. “Hoş geldiniz. Dün şubeden arkadaşlar Yahya Efendi’yi takibe almışlar gece 03.06 da konaktan ayrılıp şehrin batı kısmında bulunan dağlık bir bölgeye doğru gitmiş yolun bir kısmından sonra araçtan inip yürüyerek devam etmiş ve gözden kaybolmuş. Çocuklar aramış ama bulamamışlar.”
“O bölgede birçok mağara var mağaralara bakmışlar mı Kemal?”
“Hayır, Yahya Efendi’yi bulmak için diğer yönlere dağılmışlar, bulamayınca da geri dönmüşler.”
“Mağaralara nasıl bakmazlar Kemal, hemen oraya gidiyoruz.”
Dağlık yerin bir kısmını araçla çıktık lakin bir yerden sonra yürümeye mecbur kaldık. Şubeden arkadaşlar bizi dün Yahya Efendi’yi son gördükleri yere getirdiler. Bu bölgede birkaç mağara vardı
Biraz daha yürüdükten sonra karşımıza üç tane mağara çıktı. Tedbir amaçlı mağaraların etrafında döndüm mağaraların hemen arkasında siyah üstü tozlanmış bir araç vardı kör bir noktaya bırakılmış ne sağdan ne de soldan görünmüyordu. Mağaralara yaklaşınca sağdaki ve soldaki mağaralardan yarasalar fırlamaya başladı refleks olarak bedenimizi aşağıya eğdik ortadaki mağaradan hiçbir yarasa çıkmamıştı. Direkt içeri daldım oldukça geniş ve karanlık bir mağaraydı cep telefonumun fenerini açıp ilerlemeye devam ettim az ilerde siyah takım elbiseli elleri ve kolları bağlı baygın bir adam gördüm yanında yemek tasları ve su tasları vardı. Hemen adamın yanına koşup ellerini çözdük. Elif Hanım’ın Atığı çığlık ve bağrışlara bakarsak konuşmakta dahi zorlanan bu kişi Ferit Beydi. Kemal’e hemen sağlık ekiplerini aramasını söyledim. Biraz bekledikten sonra sağlık ekipleri eşliğinde hastaneye doğru yöneldik. Tedavisinin ardından Ferit Bey’i odasında ziyaret ettik biraz daha iyi gibiydi en azından konuşabiliyordu artık. “Bunu size kim yaptı Ferit Bey.” Diye sordum. Gözlerini yere doğru eğerek, sırtından bıçaklanmış bir babayiğit edasıyla “Yahya…” dedi. Odadaki herkesin kanı donmuştu lakin ben o kadar da şaşırmamıştım. “Ferit Bey siz biraz daha dinlenin daha sonra arkadaşlar ifadenizi alsın.” diyerek odadan ayrıldık. Kemal, Ferit Bey’in ifadesini beklemeden Yahya Efendi’yi tutuklamaya gitti. Bende bir davayı daha sonuçlandırmanın verdiği lezzet ile yazıhaneme geçip davayı hadiseler defterime kaydettim. Bir dava daha böylece sonuçlanmıştı. Yahya Efendi verdiği ifadede,
“Ferit Bey’in kimi kimsesi yok, varisi, bir çocuğu bile yok, bütün malı mülkü kendisinin ve karısınındır. Bir gün Ferit Bey’in çalışma odasına çay götürmüştüm. Odasının kapısı tam kapanmamıştı, avukatı ile telefonda konuşuyordu. Vasiyetname gibi bir şeyden bahsediyordu ‘Ben ölünce mallarımın yarısı eşime kalacak, kalan diğer yarısı da ta babamın zamanından beri bize hizmet eden Yahya Efendi’ye kalacak.’ dedi. Ferit Bey daha çok genç, ben ise 55 yaşındayım, onun ölmesini bekleyemezdim. Ömür boyunca sefalet içinde yaşayıp ona, buna hizmet ettim, yanı başımda duran milyonları almalıydım, bu benim hakkımdı. Ferit Bey’i öldürürsem miras benim olacaktı. Bunun için onu zayıf noktasından vurarak dertleşmek için randevu aldım. Kimsenin olmadığı bir zamanda, iş dönüşünde işyeri ile evi arasında bir yerde arabayla beni alacaktı. Daha sonra ona biraz doğa havası almak istediğimi söyledim, beni kırmayacağını biliyordum. Kendi elleriyle arabayı mağaralara doğru sürdü, böylelikle kimse benden şüphelenmeyecekti. Arabadan inince de yerdeki bir taşla bayılttım. Biraz bu mağarada tutup ortalık yatışınca öldürecektim. Keşke işini hemen bitirseydim belki o zaman milyonlar benim olurdu.” diyerek suçunu itiraf etmiş.
İşte hayat böyleydi kendisine güller uzattığımız insanlar o güllerin dikenlerini ayıklayıp ayaklarımıza batması için yollarımıza seriyordu. Aldanan da insandı aldatan da insandı zaten hep böyle olmamış mıydı?
Hep inandığımızı, sevdiğimizi, sevildiğimizi sanırız oysa bu bir aldanıştır. Şeytan her daim içimizdedir.