Kopartılıp mı atılmış yoksa dalların arasından sıyrılıp yapraklarını biraz ıslatıp özgürlük mü aramış bilmem. Ama bu minik tomurcuklarıyla sarı bir çiçeğin hikayesi…
Savrulurken dalgaların arasında denize teslim olmuş en nihayetinde. Deniz ondan büyükmüş hem de çok büyük, oysa artık kendini düştüğü denizin bir parçası saymaktaymış. Kulaç atsa ne mümkün, varamaz bir yere. Tek istediği kıyıya vurmamakmış. Lüks bir otelin kıyısı da bir denizcinin minicik ahşap kulübesinin kıyısı da aynıymış sonuçta. Her yer kum ve son hep aynı son. Solup gidecek isminden söz bile ettirmeyecek bir kayboluş, ölümün sıcak kucağı.
Ve bırakmış kendini dalgaların arasına. Ne zaman kıyıya yaklaşacak olsa üç beş yaprağını hareketlendirerek kıyıdan geriye dönüverip denize ulaşan bir dalgaya sarılıveriyormuş. Günler böylece geçip giderken yaşadığı her andan tad almaya bakıyormuş çiçek. Nihayetinde kıyıya vurup ölümün o sıcak kucağına kendini bırakıverecekmiş, bu durum alışılagelmiş sonmuş elbette.
Oysa öyle olmamış kendini denizin dibinde tamda olmak istediği yer de bulmuş bu bir son mu başlangıç mı bunu da zaman gösterecekmiş. Ölüm mü sıcak yoksa denizin dibi mi anlamasa da olurmuş. Teslimiyet öylece ruhuna sarılmışsa vardır bir sebebi diye düşünmüş ve sonrası sahiden teslimiyet… Kabul ve başlangıç.
İnsana dairse bir de yaşam;
“Doğarken ağlar insan, sesini duymak ister yaşamının habercisi diye sevdikleri; sonrası ardından bir ezan okunur kulaklarının dibine. Ve ölünce ağlanır da ardından ne çok seveni varmış derler her hıçkırışın peşine, kılınır sonra tek bir rekat namaz doğarken okunan ezanın namazına niyet.”
Ardından kabul başlar.
Her son bir başlangıca niyet…
Ne güzel anlatmışsın,ölüm,endişe, bitiş değil başlangıç oluşu ve teslimiyet tebrikler Büşra’m👏👏👏