Kaygı
Kaygı, bireyin yaşamı boyunca var olan ve organizmayı harekete geçiren sağlıklı bir duygudur. Somut bir nesne olmaksızın bireyin herhangi bir durum karşısında hissettiği tedirginlik halidir. Kaygının düzeyi işlevselliği etkilemektedir. Bireyin algılama ve değerlendirme biçimlerine bağlı olarak yüksek seviyeli işlevselliği olumsuz etkileyen kaygı, kaygı bozuklukları bağlamında değerlendirilmektedir. Korkunun kaynağı bellidir ve kaygıya nazaran daha kısa sürelidir. Kaygı ise belirsiz bir süreci ifade etmektedir; bireyin kaygısının düzeyi ve deneyimleme biçimi öznel yaşantısına göre şekillenmektedir.
Ayrılık Kaygısı
Ayrılık kaygısı bebeklik döneminde bağlanmanın gelişimi ile birlikte altıncı ayda görülmeye başlamaktadır. 0-3 aylık dönemde anne ile kendini bir sanan bebek, üç ile altıncı aylarda başını dik tutabilmeye ve çevresini keşfetmeye başlamaktadır. Altıncı ay itibari ile emeklemeye ve ek gıdaya başlanması ile birlikte yavaş yavaş ayrışma adımları atılmaktadır. Ayrışmak hem bireyselliğin ilk adımı hem de bebek için kaygı verici bir deneyim olmaktadır. Bebek bir yandan keşif amacı ile annesinden uzaklaşmakta bir yandan da sürekli olarak arkasına bakmakta ve annesinin onun için orada bekliyor olduğunu bilmek istemektedir.
Buradaki anne kavramı bakım veren niteliği taşımaktadır.
Ce-e oyunu, dünyanın her yerinde oynanan bir oyundur. Tüm dünya bebekleri ile ebeveynleri bu oyunu oynamaktadır. Ce-e oyunu çocukların 18 aylık itibari ile yaşayacağı ayrılık kaygısı ile başa çıkmalarına katkıda bulunan bir oyundur çünkü nesne sürekliliğinin pekişmesini sağlamaktadır. Bebekler sekiz aylık olana kadar görüş alanlarından çıkan nesnelerin yok olduğunu sanmaktadır. Onlara göre göremedikleri nesneler yoktur. Nesnelerin zihinlerinde temsilleri henüz oluşmadığı için görmedikleri eşyanın olmadığını düşünürler. 8 aydan sonra çocukta bu beceri gelişmektedir ve nesne, görüş alanının dışına çıksa da onun varlığının devam ettiğini bilmektedirler. Anne Ce-e yaparak çocuğunun ayrılık kaygısıyla başa çıkmasına yardım etmektedir. Anne, elleriyle yüzünü kapattığında nesne sürekliliği oluşmamış çocuk için bir anda yok olur. Bu da çocukta kaygı uyandırmaktadır. Anne Ce-e yaparak birden ortaya çıkar ve bu da çocuğa neşe ve sevinç vermektedir. Anne ortamda yokken de aslında var, varlığına devam etmektedir. Bebek bu oyun sayesinde, yoklukla başa çıkmaya çalışmakta ve süre sonunda anne geri gelmektedir. Bu oyun sayesinde nesne sürekliliğinin oluşumu desteklenmekte ve çocuk ilerleyen süreçte anneyi göremediği zamanlarda zihninde annenin varlığını devam ettirmekte ve ayrılığa dair duygularını regüle edebilmektedir.
Aynı zamanda altıncı ve yedinci aylarda bebek, anneyi duyu organları ile keşfetmeye başlamaktadır. Bebek, anneden uzak kaldığında yaşadığı duyguyu regüle edebilmek amacı ile ihtiyacına yönelik çözümler üretmektedir. Bu bağlamda yokluk ile baş edebilmek için kendisine geçiş nesnesi seçmektedir. Geçiş nesnesi, anne imgesi işlevi gören oyuncak, battaniye, peluşlar, mendil vesaire olabilmektedir. Nesne sürekliliğinin kazanılması ve geçiş nesnesinin katkısı ile ayrılık kaygısı zaman ile azalmaktadır. Çocukluk döneminde üç yaşına kadar ayrılık kaygısı deneyimlenmektedir ve süreç içinde seviyesinde azalma beklenmektedir.
Çocuğun ilk bağlandığı nesnesinden ayrıldığında gelişim düzeyiyle orantılı olmayan tepkisi ile ayrılma kaygısı bozukluğundan söz edebilmektedir. Bu durumda çocuğun benlik algısı, akademik başarısı ve sosyal ilişkileri olumsuz etkilenmektedir. Ayrılık kaygısı bozukluğunun etiyolojisine bakıldığında genetik, mizaç özellikleri ve sosyal çevre önem kazanmaktadır. Anne baba tutumları ve bağlanma stillerinin ayrılık kaygısı bozukluğunun oluşumuna katkısı bulunmaktadır. Aşırı korumacı davranarak çocuğun sorumluluk duygusunun gelişimine alan tanımayan; baskı ve ceza ile hakimiyet kuran, ihmal eden ve güven vermeyen ebeveyn davranışları, ayrılık kaygısı bozukluğunun oluşumunda etkilidir. Çocuklukta yaşanan ayrılık kaygısı bozukluğuna müdahale edilmediği durumda yetişkinlik döneminde depresif bozukluklar ve anksiyete bozukluklarına neden olduğu görülmüştür.
Aynı zamanda panik bozukluğu tanısı alan ebeveynlerin çocuklarında ayrılık kaygısı bozukluğu sıklıkla görülmektedir.
Ayrılık Kaygısı Bozukluğu
Ayrılık kaygısı bozukluğunda çocuk, ilk bağlandığı nesnesinden ayrıldığı durumlarda yoğun bir kaygı duymaktadır. Ayrılık sırasında veya ayrılık beklentisi yaşadığı durumlarda yüksek seviyeli bir kaygı görülmektedir. Çocuk, sıklıkla ağlamakta, o anda iletişimi ve ayrılığı reddetmektedir. Evden ya da bağlandığı kişilerden ayrılma ihtimali olduğunda veya ayrıldığında yoğun endişe duyma, bağlandığı kişileri kaybedeceğine dair tasalanma; kaybolma, kaçırılma, hastalanma gibi durumları yaşayacağına dair kaygılanma, okula veya herhangi bir yere gitme amacı ile evden çıkmayı reddetme gibi durumların çocuk ve ergenlerde en az dört hafta, yetişkinlerde altı ay ya da daha uzun sürdüğü takdirde ayrılık kaygısı bozukluğundan söz edilmektedir.
Bağlanma Stilleri
Bebeklik döneminde fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişim oldukça hızlı gerçekleşmektedir. Bebek, fiziksel ve duygusal anlamda korunmaya ve kapsanmaya ihtiyaç duymaktadır.
Bowlby’ye göre sağlıklı bir bağlanma süreci ile çocuk ile bakım veren arasında doyum ve zevkin olduğu, sıcaklık, yakınlık ve devamlılık içeren ilişkiler kurulmaktadır. Bağlanma yaşamın ilk yılında oluşmakta ve yaşam boyu devam eden bir süreç olmaktadır. Anne karnından dünyaya gelen bebeğin yaşadığı kaygıyı yatıştıracak olan nesne memedir. Meme ile kurulan ilişki dünya ile kurulan ilişkinin temelini atmaktadır. Bu noktada bakım verenin bebeğe olan tutumu güven ve sevgi içerdiğinde güvenli bağlanma oluşmaya başlamaktadır.
Fiziksel doyumun yanında duygusal temaslar oldukça önemlidir. Bağlanma, doğum öncesi dönemde annenin bebeğe dair zihinsel tasarımları ile oluşmaya başlamaktadır. Doğum anında bebeğin anne ile tensel teması deneyimlemesi bağlanma gelişimini olumlu etkilemektedir.
Bebek doğum itibari ile meme arama, emme gibi davranışlar ile bağlanma davranışlarını herhangi bir nesneye yönlendirmektedir ancak altıncı aydan itibaren tek bir kişiye yönelmektedir. Bu kişi birincil bağlanma nesnesi, annedir.
Bowlby, bağlanma stillerini üç grupta incelemiştir. Güvenli bağlanma sürecinde bebek ebeveynin gidişine tepki göstermektedir ancak ebeveyni döndüğünde kısa sürede rahatlamakta ve çevreyi keşife devam etmektedir. Kaygılı- kaçıngan bağlanmada ise bebek ebeveyni ile birlikte iken keşife devam etmektedir ancak ebeveyni ile duygu paylaşımı sınırlıdır. Ebeveyn ile ayrılık yaşadığında fazla tepki göstermemektedir ve ebeveyn döndüğünde duygularında herhangi bir görülmemektedir. Kaygılı bağlanmada ise bebek ayrılığa yoğun bir tepki göstermektedir ve ebeveyn geri döndüğünde sakinleşmesi uzun sürmektedir. Ebeveyne hem yaklaşmak hem de ondan uzaklaşmak istemektedir. Aynı zamanda dezorganize bağlanma olarak tanımlanan süreçte bebekte ayrılığa dair tutarsız davranışlar gözlemlenmektedir. Güvenli bağlanmasının oluşabilmesi için ebeveynin tutarlı ve kapsayıcı bir tutum sergilemesi önemlidir. Araştırmalara göre güvensiz, kaygılı, kaçıngan bağlanma gösteren çocuklarda ayrılık kaygısı bozukluğu daha sık gözlemlenmektedir.
Bebek ile anne arasında gelişen bağlanma, annenin kendi bebekliğinde annesiyle geliştirdiği bağlanma özelliklerinden de etkilenebilmektedir. Winnicott’a göre çevreye tutunma anne tarafından sağlanır. İyi bir anne çocuğu ile empati kurarak, çocuğun nesne devamlılığı bilgisinin ne kadar geliştiğini anlar ve ondan ne kadar süre ayrı kalabileceğini bilmektedir. Ancak annenin bir görevi de çocuğun yalnız kalabilme kapasitesinin gelişmesine uygun ortam sağlamaktır.
Ebeveynlerin kaygılı, kontrol edici ve müdahaleci tutumlarının çocuklarda ayrılık kaygısı bozukluğunun gelişimine katkısı olduğu görülmüştür. Ebeveynin çocuğa gelişim düzeyi doğrultusunda yaklaşmaması, çocuğunun yapabileceğine dair inancının olmaması ve özel yaşamını ihlal ve işgal etmesi ayrılma kaygısı bozukluğunu etkilemektedir. Bakım verenin eleştirel tutumu, aşırı koruyucu ve müdahaleci davranışları çocukta kaygı bozukluklarına sebep olabilmektedir. Ayrılık kaygısı bozukluğu yaşayan çocukların ailelerine bakıldığında çocuklarına aşırı ilgi ve özen gösterdikleri, onların hayal kırıklığı yaşamaması için yoğun bir çaba gösterdikleri, bedensel rahatsızlıklara karşı aşırı duyarlı oldukları, çocuklarından uzak olduklarında kendilerini yalnız hissettikleri ve çocuğun özgür bir şekilde keşifler yapmasına alan tanımadıkları görülmüştür. Bu bağlamda bağlanma stilleri ve ebeveyn tutumları ile çocuklarda görülen ayrılık kaygısı bozukluğu arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır.
Ayırıcı Tanı
Ayrılık kaygısı bozukluğunun diğer kaygı bozukluklarından ayıran yönü çocuğun bakımverenden uzaklaştığında hissettiği korkunun kaynağıdır. Öncelikle çocuğu korkutanın ne olduğu anlamak önemlidir. Ayrılık kaygısı bozukluğunda çocuk, kendisinin veya ebeveynlerinin zarar görmesinden ve bu sebep ile ayrılığın kalıcı olmasından korkmaktadır.
Sosyal fobide ise çocuk alışmadığı bir ortamda diğerlerinden kaçınma göstermekte ve ebeveynlerine yaklaşmak istemektedir. Panik bozuklukta, çocuğun beklenmeyen bir anda panik atak yaşayacağı ve ebeveynlerine ihtiyaç duyacağı yönünde bir algısı bulunmaktadır. Öğrenme güçlüğü ve depresyon da göz önüne alınmalıdır. Yüksek dozda kafein alımı ve kurşun zehirlenmesi gibi kaygı belirtilerini gösteren durumlara da dikkat edilmesi gerekmektedir.
Psikoterapi Süreci
Ayrılık kaygısı ve ayrılık kaygısı bozukluğu ile ilgili ebeveynlere psikoeğitim verilmelidir. Ayrılık kaygısı bozukluğunu tetikleyen ve pekiştiren durumlar dikkate alınmalıdır. Bilişsel davranışçı terapi yöntemlerinden maruz bırakma, sistematik duyarsızlaştırma gibi yöntemler kullanılmaktadır. Olumlu pekiştirme, model oluşturma gibi yöntemler katkı sağlamaktadır. Çocuğun ‘Annem beni okuldan almayabilir, unutabilir. Annemin veya benim başıma kötü bir şeyler gelebilir’ gibi düşünceleri bilişsel davranışçı yaklaşım ile ele alınarak gerçekçi düşünceler geliştirmesi sağlanmaktadır. Ebeveynlerin bu noktada kapsayıcı, sakin ve tutarlı olması gerekmektedir. Anne ile çocuk arasındaki bağımlı ilişkinin, bağlı ilişkiye evrilmesi yönünde çalışmalar yapılmaktadır. Pozitif, sıcak ve güven dolu bir iletişimin kurulması amaçlanmaktadır.
Psikofarmakolojik süreç incelendiğinde ayrılık kaygısı bozukluğunda yüksek seviyeli kaygı ile birlikte işlevsellikte bozulmanın görülmesi ilaç tedavisini gerekli kılmaktadır. İlaç tedavisinde serotonin geri alım inhibitörleri önerilmektedir.
KAYNAKÇA
Ayaz, G. (2015). Çocuklarda Ayrılık Kaygısı Bozukluğu ile Annenin Kişilik Özellikleri ve Bağlanma Stili Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Yüksek Lisans Tezi.
Irmak, Y. M. ve ark. (2016). Ayrılık Anksiyetesi Bozukluğu ile İlişkili Okul Reddi; Bir Ergen Olgu Sunumu, J CONTEMP MED; 6(4): 357-360.
Tiryaki, A. ve ark. (2003). Ayrılık Kaygısı Bozukluğu Olan Çocuklarda Sosyodemografik ve Klinik Özellikler, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı Dergisi, 10 (1).