“Âhu bakışlı bir Leyla’yım, ah yâr! Mecnun’un yaralı çıplak ayaklarını yakan çölün ateşinden daha kor yüreğim şimdi, yanar da yanar ah, gizli gizli kanar, baktığı yeri alev ateş yakar.”
Şehrâzat’ın ‘Bin Bir Gece’ masallarını bilir misin? Ben o gecelerin yıldızlarını bile kıskandıran Ayperi idim sevgilinin sol yanında. Gülistan’ın güzel gözlü gülüydüm. Gönlümün Şems’i, her kelâmıyla iklimimde demet demet karanfiller büyütürdü. Zühre oldum AŞK’ın gözlerinde katre katre, padişahım oldu gönlümün sarayında. muhabbet hâsıl oldu kana kana içtiğimiz şerbetin her zerresinde.
Eylül süzüldü mevsimimizin sol köşesine sinsice, savruldu yaprak yaprak tenimizde kavrulan karanfilin kokuları.
“Güz geldi ömür hanım” dedi şâir titreyen sesiyle, ellerimiz ele karıştı. Dillerimizdeki hecelerin ilmeğiyle intihar etti şiirler bir bir. Ah serâb-ı ömrüm, şehâdet şerbetlerini mi içersin kana kana! Bitti o şiir başka mısra istemez der gibi baktı çölün kavurucu bakışları âsumanın ıslak kirpiklerine.
“Çok sevdim” dedi şimâl bakışlı dilber, “ben onu çok sevdim, can dedim canım dedim, canıma can bildim yanıldım.” Kırık dökük bir sevda masalıydık yârda yara açtık.
Bitmez dediğimiz ne varsa bitti, geçmezler geçti gitmezler gitti. Evrenin en tatlı yalanını biz çok sevmiştik, dilimizle söyledik kalbimizi inandırdık. Aşk’ın kitabını yazdık koskoca yalancı kelâmların nefesiyle.
Şimdi saat yâr’in kanını zehirleyen akrebin sinsi sinsi saliselerin koynuna girdiğinde duracak. Gün geceye küsecek gece güneşin doğumuna çeyrek kala idamını isteyecek. Beşinci mevsimi bekleyen iklimlerin saçları hep güz kokacak.
“Çok sevdim” dedi yâr bildiğinin gamzesinde gülüşlerinin ölümünü seyreden Mihribân. “Güz geldi ömür hanım” demeyeydi iyiydi şâir, sol yanımızın resmindeki anılar, acılara bıraktı yerini cümlelerin sonunda vuslatı bekleyen noktayı ünlemi kurşuna dizercesine…
Artık ne Zühre kaldı masalların sevda bakışlı sahifelerinde, ne de Tâhir.
Bitti…!