Sevgili okuyucular, bugün hepinizin başına gelmiş olabilecek duygusal istismarın farklı bir boyutuna değinmek istiyorum. Kişiler arası ilişkiler, hayatımızda çok önemli bir yer tutar. İş ve özel yaşamımızda doyumu, bu alandaki etkinliğimiz ve becerilerimizle sağlarız.
İnsan ilişkilerinde bazılarımız, kişilik organizasyonumuzdan, yetiştiriliş biçimimizden ve yakın çevremizden kaynaklanan nedenlerle verici davranır. Arkadaşlarına, iş arkadaşlarına ve yeni tanıştığı kişilere değer verir. İyi arkadaş olmak fedakârlığa dayanmalıdır gibi gerçekliğini sorgulamadığı bir düşünceyle hareket ederek, insanlarla ilişkilerini güçlendirmek için hep çaba göstermesi gerektiğini düşünür. Bu yüzden kişilerarası ilişkilerde bu düşünceyi benimseyen birey, iyi davranma çabası içine girer. Böyle yaparak, kişisel hedefleriyle ilgili olumlu sonuçlar alacağına inanır. Bir kısmımız diğer kişinin bir sözü ya da davranışından ötürü kırılsa, öfkelense bile bunu dile getiremez, saklamayı ya da içine atmayı tercih eder. Bunun altında çocukluğunda edindiği çevrenin kendisinden daha önemli olduğu inancı da vardır. Aynı zamanda öfkesinin dile getirmenin yanlış olduğuna ve karşındakini üzebileceğine inanır. Birey, bu inancıyla ötekine kendinden daha çok değer verdiğinin farkına varamaz. Öyle bir hale gelir ki, anne babasıyla, eşiyle, çocuğuyla, işvereni ve iş arkadaşları ve arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde haksızlığa uğradığında, karşı taraf kendisine saygısızlık yaptığında, sınırlarını ihlal ettiğinde, rahatsızlığını ve tepkisini ifade etmekten kaçınarak sessiz kalmayı ya da sorunla ilgili konuşmamayı tercih eder. İletişim kurduğu kişi kendisine sorunun ne olduğunu sorsa bile, sorun yokmuş gibi davranıp konuyu değiştirir. Tüm bu davranış modeli, “Sorunları halının altına süpürme” tutumuna dayanır. Bireyin diğer kişi üzülür, kırılır diye ilişkide uğradığı haksızlığı, kendisine yapılan davranışı ifade etmekten kaçınmasının altında yatan, aynı zamanda birkaç nesil önceye dayanan şimdilerde eskimeye yüz tutan toplumsal bir yanlış tutum da olabilir. Böylece toplumdan ve aile tarafından hak aramanın ve kendini savunmanın kişiler arası ilişkide yanlış olduğunu ve özellikle statü açısından kendisinden üst insanlara karşı saygısızlık anlamına geldiğini öğrenen bireyler, bu anlayışı sürdürürler.
Bir ilişki ister anne baba, eş, kardeş ve çocuklar gibi bir aile bireyi, isterse işveren, iş arkadaşları, arkadaşlarla kurulsun, mutlaka sınırları belirlenmelidir. İyi niyetle, sevgi, kardeşlik gibi duygularla hareket eder ve herkesle aynı düzeyde iletişim kurmaya kalkarsak ve karşımızdakine gereğinden fazla güven duyarsak, istismara uğrama olasılığımız artar. Özellikle uzun yıllara dayanan dostlarımıza, geçmişte zor zamanlarımızda bize iyilik yapan, özel kabul ettiğimiz insanlara aşırı güveniriz. Herkes aldatabilir, zarar verebilir ama güvendiğimiz o insanlardan bir zarar gelmez duygusuna kapılırız. Böyle durumlarda düşüncelerimizle hareket etmek yerine duygularımızla davranırız. Zaten karşımızdaki de akılcı davranmak yerine, duygusal davranıp bir ilişkinin – her kimle olursa olsun- çerçevesini ve sınırlarını belirlemediğimiz için bizi istismar eder. Bir de yukarıda değindiğim gibi güvenilir kabul ettiğimiz kişilerin istismarına uğrarsak, etkisi çok daha yıkıcı olur. Büyük hayal kırıklığına uğrar ve insanlara olan güvenimizi yitiririz. İlişkinin sınırlarını net biçimde belirlemezsek, kendi çocuğumuz da dâhil olmak üzere herkes tarafından her an istismar edilebiliriz. Bu söylediğim size garip gelebilir. O halde birkaç örnekle daha net ifade edeyim. Örneğin, küçük çocuğunuzun ağlamalarını durdurmak için bunun nedenlerini araştırmadan tüm isteklerini karşılarsınız, bir süre sonra onun elinde oyuncak olduğunuzu ve çocuğunuz tarafından yönetildiğinizi fark edersiniz. İstediğini elde etme amacıyla ağlayan çocuk, baştan tavrınızı belli edip her istediğini karşılamasaydınız, siz ağlayarak yönlendiremeyeceğini öğrenecek ve sınırının farkına varacaktı. Bir iş görüşmesinde işveren ya da yönetici ile görüşürken size ne ücret istediğiniz sorulduğunda, net bir biçimde rakam telaffuz etmek yerine onların takdirine bırakırsanız, baştan sınır belirleyemediğiniz için istediğinizden daha düşük bir ücretle işe başlayabilir ya da yasal haklarınızdan yoksun kalabilirsiniz. Uzun zamandır aramayan bir dostumuz bizden borç para ister, ödeyecek gücü olup olmadığını değerlendirmeden veririz. Sonra paramızı geri almak için uzun zaman peşinden koşarız, çoğu zaman alamayız ve bunun sonunda arkadaşlığımız bozulur. Sınırları belirleyemediğimiz zaman, karşımızdaki insan iyi niyetli bile olsa ona istismar etmeyi cazip hale getiririz. Sınırlarımız geçirgen olacağı için, diğer kişiye istismar etme fırsatını elimizle vermiş oluruz. Tıpkı evimizin kapısını açık bırakarak yattığımızda, hırsızın girmesinin kaçınılmaz olması gibi. Her girdiğimiz ilişkide, sınırlarımızı belirleyememe yüzünden istismar ediliriz. Fakat istismara uğradıktan sonra suçu hep karşımızdakine atar, kendimizi kurban olarak görürüz. Bunun bir nedeni de, özellikle bizi istismar eden bir dostumuz ya da güvenilir bir kişiyse, aldatılmış olduğumuz ya da ihanete uğradığımız gerçeğiyle yüzleşmek istememizden ya da buna hazır olmamamızdandır. Belli bir süre geçip başımıza gelenleri akılcı bir biçimde sağlıklı değerlendirince, daha doğru sonuçlara varırız. Ders aldığımızı düşünür ve başkasıyla kuracağımız yeni bir ilişkide aynı hatayı yapmayacağımıza inanırız. Ancak, davranış modelimizi değiştirmediğimiz, sınırlarımızı belirlemediğimiz ya da karşımızdakine gereğinden fazla değer verdiğimiz için yine istismar edilir ve hayal kırıklığına uğrarız.
Kişiler arası ilişkilerde, bu sorunu çözmek için atacağımız basit adımlar vardır. Tüm ilişkilerde karşılıklı menfaat dengesini gözetebiliriz. Her kim olursa olsun karşımızdaki kişiye neleri yapıp neleri yapamayacağımızı ve ondan beklentilerimizi bir sözleşme gibi açıkça ortaya koyabiliriz. Her şeyden önce, hiç kimseyi kendimizden daha önemli görmeyerek bu konuda büyük mesafe alabiliriz. Herkesi toplumdaki statüsüne bakmaksızın eşit olarak görmek, hiç kimseyi yüceltmemek ya da küçük görmemek bile sınırlarımızın ihlal edilmesini engeller. Son olarak karşımızdakinin hatalı davranışından ya da yaptığı bir haksızlıktan dolayı öfkelenirsek, bunu yapıcı bir dille o anda ifade etmek hem öfkeyi ertelemekten dolayı birikip ileride patlamamızı engeller hem de hep alttan almamızdan kaynaklanan istismara uğramamıza son verir.