Bir yazıyı yazmak için bilgisayarımın başına oturduğumda bazen parmaklarım öyle bir hızla kelimeleri yazmaya çabalıyor ki biraz duraklasam sanki büyü kaçacak, kelimeler yok olacak gibi hissediyorum. Öyle anlarımda kimse bana seslenmesin, ben sözcüklerimle baş başa kalayım istiyorum. Ben yazmıyorum da sanki bir sihir beni zorluyor gibi. Bir kelimeyi yazarken diğeri, onu yazarken bir başkası falan derken, bir de bakmışım ki yazı ortaya çıkıyor.
Böyle yazabildiğim günler kendimi çok mutlu hissediyorum. Yazabiliyorum, ne güzel diye düşünüyorum. Bazen de ne yaparsam yapayım o kelimeler, bir türlü birbirine eklenmiyor, eklenemiyor. Hep bir yerlerde öylece kalıveriyorlar. “Eksik bu…” diye düşünüyorum. Ama ne eksik? Duygu mu, düşünce mi, fikir mi, mizah mı, açıklama mı? Ne?
Öyle günlerim olduğunda da kendimi ne kadar zorlasam da aklıma gelenler ve parmaklarımdan dökülenler arasında dağlar oluyor. Birbirine kavuşamayan dağlar, çelik gibi sert, anlaşılmaz duyguları yansıtan dağlar… Bu tip kelimeler beynimi işgal ettiklerinde, onları “Serseri kelimeler” olarak adlandırıyorum. Tıpkı başıboş insanlar gibi…
Başıboş denilince, aklınıza ilk gelen düzensiz, plansız ve kontrolsüz olması değil mi? Otoriteye, planlamaya, kontrole karşı çıkan asi ruhlar… Ruhumuzun zaman zaman başıboş olmasını istemez miyiz? Akan düşünceler, düzenlenemeyen, serbest bırakıldığında bir uçtan bir uca koşa koşa dolaşan… Belki de o tüp düşünceler, beyinlerimizi boşaltmamızı ve hatta zenginleştirmemizi sağlamıyorlar mı?
Şimdi biraz da başıboş olma konusuna gelelim:
Örneğin; düzen ve düzenli olmak sizleri de sıkar mı? Başıboş ve plansız olmayı özlemez misiniz? Belki de bizleri en çok besleyen bu başıboş zaman dilimlerinde yaptıklarımız değil midir?
Bir düşünelim bakalım; gençlik günlerimiz neden özlenir? Çok basit bir nedeni var bence. Biz o günleri aslında geçmişte kalmış serseri ruhlarımız için özleriz genelde. O yıllarda, toplum kurallarını pek de umursamaz ve otoriteye karşı çıkmanın şart olduğunu ve bizleri mutlu edeceğini falan düşünürüz.
Geçmiş yılları düşündüğümde beni en çok zorlayanın düzen olduğunu fark ediyorum. Serseri bir rüzgar, serseri dalgalar, düşünceler arası gezintiye çıkmış bir beyin, böyle günlere eşlik eden tıpkı benim gibi hisseden arkadaşlarım… Ne güzel günlermiş…
Serseri kelimeler… Artık çok sık değil ama bazen aklıma geldiklerinde gençliğimi hatırlatan ve beni mutlu eden o güzel kelimeler… Beynimin derinliklerinde, kıvrımlarında kalakalmış, ortaya çıkmak için zamanını bekleyen o güzelim sözcükler…
Yazarken sık sık serseri kelimeler bizi bir şekilde yakalamaya ve yazımızın içine girmeye çalışırlar. Bu kelimeler yaratıcı yönümüzü çok güçlendirebilir, yazılarımızı daha etkileyici bir hale getirebilirler ama unutmayalım ki kontrolü elimizden kaçıracak olursak, bu sefer de yazdıklarımız son derece karmaşık bir hal alabilir.
Yazarların en büyük dostu nedir derseniz, ben bu soruya, “kelimeler” diye cevap veririm. Anlatmak istediklerimizi açık ve net ifade etmemizi, yapmak istediklerimizi güçlü eylemlerle tanımlamamızı, zengin betimlemelerle duygu ve düşüncelerimizi okura aktarmamızı, etkileyici ve vurucu cümleler kurmamızı hep onların yardımıyla sağlarız. Bir kitabı okurken bazı cümleler nasıl da çarpar bizi. İşte yazarın gücü de aslında burada belli olur.
Sahi, eğer kelimeler olmasaydı duygularımızı, düşüncelerimizi karşımızdaki insanlara nasıl aktarabilirdik ki?
“Kelimelerin izi vardir, ana dili olmayanlar bunu anlayamaz ” derdi Okray Sinanoğlu.
Gerçekten doğru kelimeyi bulmak maharet gerektiriyor.
Senin gibi akıcı bir dil kullanmak ta .
Kalemine saglık Betül.
Cem Bayraktar
Teşekkürler Cem…