Deniz kenarında şezlongda uzanmışsın, güneşin sarı rengi hafiften yakıyor. Deniz sakin, uzaktaki beyaz köpüklerini kıyıya sürüklüyor. Karşıda küçük bir ada yeşilin bütün tonlarını taşıyan ağaçları sağa sola salınıp duruyorlar. Çok güzel bir manzara. Ortam o kadar gürültülü olsa da kafanız sakin. Ama belleğiniz burada da rahat vermiyor. Geçmişe doğru yol alıyor yaşananlardan, hatırlananlar sıralanıyor birer birer, derken savaş başlıyor yaşananlarla. ‘‘İçimiz kanlı bıçaklı oluyor toparlanıyorsun sırası mı şimdi?’’ deyip geçiyorsun ama onlar geçmiyor. ‘‘Geçmez mi? Hayır geçmez, yaşananlar belleğimizde küllenmiş olarak dururlar. En iyisi Tanrı bize tatlı unutkanlıklar versin’’ diye dua etmek.
Bellekte gizlenmiş en korkunç olay bazen hatırlanmaz. O’nu hatırlatan bir olay olması gerekir. Bir kuş, bir kedi, bir çiçek, bir yağmur, bir çocuk, bir insan, bir anne, bir deprem, bir yangın, bir sevinç, bir acı herkese göre nasıl bir anlam yüklendiyse öyle hatırlanır.
Unutmak kadar, unutulmak da ayrı bir acı verir insana, keder verir. ‘‘Unutulmak öyle kolay mı sandın Kolaysa söyle hemen unuturum.’’ diyor bir şarkı sözü. Bir başka şarkı ise sitem ediyor. ‘‘Yıllar sinene yaslanır, Hatıraların paslanır. O deli gönül uslanır. Unutursun, unutursun Mihribanım.’’ Unutmak ve unutulmak kol kola girmiş dolaşıyorlar.
Evimizdeki bir eşyanın yerini, bir çiçeğin ismini, komşumuzun yüzünü, bir siparişi, bir dağın, bir insanın ismini unutabiliriz. Benzer durumlar hayatımızda hiçbir zaman sorun olmaz. Hatta başaramadığımız bazı şeyleri, ifade etmekte zorlandığımız düşüncelerimizi, hatta reddedilmelerimizi unutmalıyız, unutabiliriz belki de böyle durumlar bizi hayata bağlar ve daha mutlu bir hayatımız olabilir. Belki de hayal gücümüz artabilir.
Hiçbir zaman unutmak istemediklerimiz olabilir mi? Olur elbette. Unutulmayan ve unutmak istemediklerini şarkılara, şiirlere dökerek anlatanlara kulak verelim. Haluk Levent söylüyor. ‘‘Yollarda bulurum seni. Takvimlerden çalarım seni. Deniz mavide mavi gözlerinde. Bulut beyazda, beyaz teninde. Seni unutmak mümkün mü? Buğday başakta, başak sarıda, sarı saçlarında seni unutmak mümkün mü?’’
Anne karnındayken başlayan kayıt, ömrün sonuna kadar devam eder, ne yaşadıysak acılar ve sevinçler, neler gördüysek bizimle beraber geldiği gibi gider. Unutmanın en acısı ve kalıcı olanı ise bir hayli hüzünlü oluyor. Demans ve ileri evresi Alzheimer. Bu durumda olan insanlarımıza karşı son derece sabırlı davranarak geriye kalan ömürlerini sürdürmelerini sağlayabiliriz onlar artık yeni bir hayat evresinde oluyorlar. İnsanın kendisi başta olmak üzere eşini, çocuklarını, akrabalarını, çiçekleri, kuşları her şeyi unutmasını anlatacak sözcükler yetmez.
‘‘Siz her gün eşinizi ziyarete geliyorsunuz O sizi tanımıyor ki?’’ diyor hasta bakıcı. ‘‘Olsun tanıyamasın, ben onu tanıyorum ya…’’ diyen bir insanımızın derin duygularını anlatmak bir hayli zor olmalı. Kendini ve geçen hayatını unutmuş insan çevresindekileri bazen mutlu edebilir. Ekşi Elmalar filminde bir delikanlıdan şampuan hediye aldı diye babası eski reis, belindeki kemerini çıkarıp kızının avuçlarına vurarak cezalandırmıştı. Yıllar sonra ailede o kızıyla ikisi kaldı. Reis eski hayatını ve kendini unutmuştu. Kızı bir gün, ‘‘Baba sen her şeyi unutalı ikimiz ne güzel anlaşıyoruz değil mi?’’ demişti.
Unutkanlığa yakalanmış insanlarımızla yaşamak kolay değil tabi ki. ‘‘Eşim hiçbir zaman hastalığını bilmedi. Kişiliği başarısızlığa, güçsüzlüğe, ve hastalıklara karşı uygun değildi. Geriye dönüşü olmayan hastalığını bilirse kendine zarar verebilir korkusuyla söylemeyi uygun görmedim.’’
Annesi Alzheimer olan öğretmen kimsesi olmadığı için annesini okula getiriyordu. Anne sınıfta en arkaya oturuyor ve her zaman sessiz bir şekilde bekliyordu. Şikayetler olunca Okul Müdürü velileri toplantıya çağırdı.. Durumu öğretmenimle konuştum. Öğretmenim, ‘‘Ben bu konuda çok çaresizim. Annem Alzheimer. Benim bir annem var onunda bir oğlu var. Böyle rahatsızlığa yakalanmış aile bireyleri olan insanlarımız, öncelikle hiç büyümeyen, gittikçe küçülen çocukları olduğunu kabullenmeleri gerekiyor.’’ İstasyonda tren bekleyen yaşlı adam ve yanında hamile bir genç kadın. Yaşlı adam soruyor; ‘‘Hayatın nasıl geçiyor?’’ Genç kadın, ‘‘Çok zorlu geçiyor.’’ Tren yaklaşınca genç kadın yaşlı adamın elinden tutuyor ve ‘‘Hadi baba, tren geldi’’ diyerek birlikte yolculuğa başlıyorlar.
Yazımın başlığı ‘‘Bana Bir Hikaye Anlat’’ ülkemizde bir araya gelen bazı doktorlarımızın kurduğu bir sivil kuruluşun adı. Demans ve Alzheimer hastalarının yakınlarıyla dayanışma ve manevi yardımda bulunmayı amaçlıyorlar. İki yaşlı hanımefendi sohbet ediyorlar çok neşeliler, diledikleri gibi davranıyorlar kahkahalar uçuşuyor rahat ve özgürler birisi bir ara duraksıyor ve arkadaşına soruyor. ‘‘Bizim aklımızı başımızdan alan Alman’ın adı neydi?’’ Diğeri cevap veriyor; ‘‘ALZHEİMER’’
Hastalarıyla uğraşanlara sabırlar dileğimle…