Niçe der ki; “Tanrı öldü.” Ama buna bakılarak bence kast ettiği bizzat tanrı değil insanların içindeki ahlaki değerlerin öldüğüdür. Yani bir bakıma bir buhran geçiren insanlığın artık kendi değerlerini yeniden bulup yaşamaları gerektiğini ifade eder.
Ama diğer yandan Carl Jung insanların bu yetiye sahip olmadığını sahip olmadığını iddia eder. Yani insanlar kendilerini istedikleri şekilde yontamaz, şekil veremezlerdi.
Asıl mesele bizim bu meseleleri yeniden keşfedebilme meselemizdir zannımca.
Yani bu noktadan sonra kendisini çağın ötesinde gören Nietzsche’nin yanıldığını söylemek mümkün mü sence?
Ve ilginçtir ki; diğer tarafta edebi bir figür olarak Dosto da buna paralel gitmiştir. Bu duruma.
Dosto da Nietzsche’nin temelde vardığı kuramları karakterlerde hayatlandırıyordu. Mesela Karamazov Kardeşler.
Nasıl diyeceksin, ana karakter Keşiş Alyoşa.
Keskin zekası yoktur ama kesinlikle harika bir karakteri var.
Ivan zeki, yakışıklı ve cesur bir asker.
Diğer yazarlarda var olan iyiyi donatma Dosto’da tam tersidir çünkü Ivan’ı güçlerle donatmıştır.
Ve kitapta Ivan sürekli Alyoşa’ya saldırır.
Hatta direkt inançlarına. Belki de iyi adam oluşuna.
Alyoşa bunlara cevap verecek kadar zeki değildir.
Ama iyi olan karakterini kullanarak zafere ulaşan olur.
Burada Ivan ve Alyoşa üzerinden bir argüman değil temel bir tartışma vardır. Varoluşsal bir mesele.
Bir yönden hangi olgulara inandığın değil, dünyada kendine ne pay biçtiğindir.
Dosto’yu Dosto yapan da bu fikre sımsıkı sarılmış olmasıdır zannımca.
Suç ve Ceza’da da durum böyledir. Ve bana kalırsa dünyada bunu yazınsal ve düşünsel olarak yapan iki isim de onlardır. Yapabilenler sadece onlardır demek oldukça iddialı olsa da görünürde onlardır.
Bir başka konu ise benim bu günlerde zihnimi istila eden mutluluğu istemek.
Ayn Rand der ki; “Kişi kendi mutluluğundan mesuldür.”
Ama bizim toplumumuz ya da geleneksen olarak modern toplumun gidişatı; mutlulukları hayatlarındaki insanların hayatlarından, mutluluklarından elde etme temellidir.
Ya kendisini başkasının mutluluğu için feda etmek üzerinedir.
İşte burada Rand’ın öz saygı kuramı devreye girer.
Diyor ki sevgi konusunda; “Eğer kişinin üzerinde konumlandırılmış bir sevgiyse bu ahlak dışıdır.”
Ötesini kast ederek, “imkansız” der.
Ve ona göre sevgi; bir iş anlaşmasıdır.
Karşılıklı çıkarların gözetildiği bir iş anlaşması.
Böyle bir sevgi ahlak dışıdır ona göre.
Ancak saf sevgi; birini karakterine işlediği değer için, erdemleri için sevebilme kabiliyetidir der.
Öyle işte.