Sabahın ilk ışıkları henüz yayılmamışken gökyüzüne, işe gitmek için sokağa çıktı. “Sonbaharı hiç sevmiyorum, kokusu, rengi, ısısı çok hüzünlendiriyor beni” derdi hep.
O saatlerde daha çok hissediyordu bu hüznü, alacakaranlık, ürperten serinlik ve kimsesiz, yorgun, lekeli, ıssız sokaklardan yürürken.
İş saatleri ne kadar ayarlanırsa ayarlansın, yılın karanlıkta yol yapma zamanları, aydınlıkta yol aldıklarından daha çok oluyordu. Belki de mesaisi uzundu, belli ki evi işine çok uzaktı.
Aynı saatte aynı yerde rastlaştıklarıyla gülümseşti, yaşlı kedinin başını sevdi, kendine benzettiği yalnız ağaca selam verdi, koşa koşa çilesi bitmeyen metrobüse bindi.
Bir saatten daha fazla sürüyordu yolu, giderken biraz oturabilse de dönüşte bu mümkün olmuyordu. Türlü oyunlar bulmuş belli durak aralarına belli dualar yerleştirmişti. Öyle bir rutini vardı ki aynı süreyi evde geçirse asla yetiştiremeyeceği kadar tesbih ve duayı metrobüsten inmeden tamamlıyordu.
Belki de bu kısmı için bu kadar uzaktı işi…
Bakıp gördüklerimiz, bakarak göremediklerimizden çok daha azdır. Alemde ne varsa herşey içinde başka gizler barındırır. Sabit olan mevcudu bile bakış açımızı değiştirerek, manasını değiştirir sayısız ihtimallerle donatabiliriz.
İnsan kainatın özeti, insan Rabbinin nazargahı, insan Kuran-ı Kerim’in muhatabı, insan ruhuyla; aziz, kerim, salih, abid veya zelil, ketum, zalim, aciz ve sefil bir canlı.
Rabbinin bahşettiği kadar onu bilen, seven, rızası için gayret gösteren. Rabbinin kalpleri mühürlüdür dediğinde zifiri karanlık bir sığlıkta ömür tüketen…
Masum bir bebeğe bak abin ne yapıyor. Bak o nasıl oturuyor. Bak şu neyi seviyor gibi işaretlerle gözünü dışındaki dünyada kendi gibi insanlara çevirmesi salık verilir. Her konuda ilk hareketi yapmadan etrafına bakar çocuk, unutursa büyükleri hatırlatır, bak o ne yapıyor…
Hayat böyle kodlanınca ömür bu minval üzere gidiyor. Bak komutuna direnen, baktığına uymayan çocuklara aksi, büyüklere de asi diyor toplum. Birey olmayı, kendini aramayı, kendini bulmayı ağır travmalar, yüksek hedefler, büyük hayaller, izlenen bozuk hayatlar gibi zor ve zorluk dolu süreçlerden sonra keşfedebiliyor insan.
Oysa dinimiz bize tek muhatabımızın Allah, tek rehberimizin onun elçisi, tek kullanım kılavuzumuzun Kuran-ı Kerim, tek zeminimizin dünya, tek sermayemizin ömür olduğunu gösteriyor. Neden sapıp yalpalasın diye insana insan örnek ve rehber gösteriliyor.
Rabbim her kulunu parmak izine ayrı desen döşeyerek ayrı yarattığı gibi ruhunu, mizacını, simasını, nefsini de ayrı yaratmıştır. Aynı olayı yüz kişi görür, yüzü de ayrı ifade eder. Yüzünün ruhunda ayrı renk, yüzünün bedeninde ayrı tepki oluşur. Nasıl olur da aynı sonuca varmak isteyebiliriz?
Tasavvuf ve psikoloji kendine bakmayı tembihlerken hem keşfi ve tekamülü hedefler ve hem de başkasına zulmetmekten bizi korumak ister. Bilimsel olarak birini izleyip kusurlarını görüp değiştirmeye çalışmak mümkün olmadığı gibi yıkıcı ve yıpratıcıdır. Dinimizde ise kalabalıkta uyarmak hakkına girmek, tenhada sert yapmak kalbini kırmak, başkasına şikayet etmek ise gıybet olarak yasaklanmıştır.
Ömrümüz sosyal olarak yaşanıyor, insan insanı görüyor, gözetiyor. Peki nasıl olacak bu durumda bizim halimiz? Kendine bakıp göremediğin kusurlarını biri gördüğünde uyarmalı ki düzeltebilesin, uyarma işlemi bir nakkaş inceliğinde, bir cerrah titizliğinde olmalı ki uyarılan incitilmesin. Karşısından aldığı mesajla yaptığının yanlış olduğu ve o yanlışın kendisine yakıştırılmadığı için o yanlıştan korumaya çalışıldığını bilmesi esastır. Bunu bu hassasiyetle yapamayacak olan uzak dursun. Zira Rabbimiz bu konuda kul hakkını çok ince hesaplıyor.
Kim neyi görüyor, o niye görüyor bu konu geçmişte yaptıklarımızla alakalı olduğu gibi geleceğimizle de çok alakalıdır. Sen bir dua etmişsindir. Bir seviye dilemişsindir, bir sınav gelmiştir, önüne düşer. Halin o sınavı vermeni veya kaybetmeni sağlar. Daima gözün açık gönlün canlı olmalı. Neden sen, neden sana gösterildi. Niye şahit oldun. Evet çirkin bir olay ve yetkin de varsa kes kopar at, peki ya bu mudur gerçek nedeni. Senin ruhun senin halin, senin dünün ve yarının arasında bunda hiç mi neden yok.
Rabbim bir duana karşılık veya bir hatana karşılık önüne düşürür, o hem senin hem de şahit olduğunun sınavıdır. Sadece dikkat, biraz sükunet, biraz tefekkür, biraz merhamet, biraz ehemmiyet ister.
Gözle gönül arasındaki bağ, hal ve selametinle kökten bağlıdır. O nedenle mahşerin sıcağında, kalabalığında, karanlığında kimin gelip neleri alıp götüreceğini gözün, gönlün, halin ve tavrınla belirlersin.
Şeytan fırsatı kaçırmaz, nefsine sürekli gücünü, yetkini, doğrunu pompalar. İmanını öne sürer, prensiplerini bahane eder, disiplinle uyarır, yetkini ve gücünü yitirmekle korkutur, ta ki bir masuma zanla hüküm verdirip kalbini kırdırana kadar. Sonra kaybolur gider, sende boynunda koca bir vebal mahşere ağır bir kul hakkıyla erişirsin.
Yanlış çirkin, günah korkunç, ayıp tiksindiricidir. Gizleyen utanıyordur, görsen de ört. Bırak bir içi yansın, tövbe etsin, pişmanlık duysun. Uyarın veya uygulaman ona o günahı, çirkini, ayıbı sahip çıkıp savunacak hale getirmesin. Birine yanlış davranıp yaptığına sahip çıkmaya mecbur bırakmak çok ciddi bir durum.
Sen kendine bak neden ben, benim burada sınavım ne? Takip et, kolla, dikkat et, gözetle, tatlı tatlı uyar sen yumuşak yaptıkça daha çok utanır o çirkinle bütünleşmemiş ruh. Bütünleşmişse zaten uçar gider ikliminden. Sen kendine kendi sınavına, kendi hesabına, kendi haline yönel.
Burası dünya incecik iplerle bağlıyız doğrulara, incecik hesaplarla koparır savruluruz çukurlara. Biraz daha dikkat biraz daha gayret ister sıratı müstakim. Rabbim hepimizi, yanlış görmekten, yormaktan, hüküm vermekten muhafaza eylesin, sınavımızı kolay, hesabımızı güzel eylesin…