Anne annedir evet. Filistinlisi, Türkiyelisi, ,Almanı, Fransız’ı. Anne. Hatta güvercin bile kanatları altında saklar yavrusunu. Bir tavuk civcivlerini kedilere karşı bile can siper hane korumaz mı?
Filistin de anne olmak yazının konusu bu olmalı. Ancak insan yaşamadığını anlatmakta bu kadar mı zorlanırmış? Sözü döndürüp dolaştırıyorum, bir türlü Filistin de anne olmayı düşünemiyorum.
Şimdi tekrar denemek istiyorum.. Öncesinde gözlerimi kapattım düşündüm. Bir harabe şehir. Ne sanal bir düşünce. Fotoğraf karelerinden ve haberlerden gördüğümüz kadarı işte.
Yıkıntılar arasında oyun oynayan çıplak ayaklı bir esmer çocuk. Bu da görülmüş foto karesi. Bir genç elinde taş ve sopa ile duvara yaslanmış eli silahlı kötü devlerle savaşan bir küçük çocuk.
Düşünüyorum. İlerliyorum. İlerledikçe kardeşlerimin yaşadığı şehirde, düşünmek dahi korkutuyor, düşüncelerim ürküyor. İlerliyorum harabe şehrimin sokaklarında ve korkuyla irkiliyorum. Bir ev ya da sığınılan bir yer işte. Tek konforu, korku olan bir evdeyim. Köşede birkaç parça kuru ekmekle avunan, birbirlerine yakın yaşlarda çocuk. Iki küçük sevimli koca kara gözleri hüzünlü bakan kız çocuğu. Oğlum az evvel duvar dibinde beni ve bacılarını bekleyen on üç yaşındaki evin sağ kalan tek erkek ferdi olan küçük adam…
Hayat arkadaşımı almışlar, yok. Gitti o cennette. iki oğlumuzla birlikte ne huzurludur. Kardeşlerim de yok. Onların eşleri de. Çocukları da. Hepsi gittiler.
Neden yaşıyorum, hala neden hayattayım, peki ne tutar ayakta?
İman, iman, iman…
Neden kalır, gidemez insan? Vatan taş toprak da olsa vatan.
Açlık var yokluk var tehdit var. Özgürlük ne renkti sahi? Özgürlüğe ama olduk biz. Sağır olunca siz. Artık lal olduk hepimiz.
İki şehit evlat düştü düşlerime. 15 ve 20 yaşların da. Kalpleri vardı bilir misiniz? Kalp nedir? Sevmelik, kalpler, kalp bunun için değil midir? Bir yuva havai fişekler değil, bombardıman altında kurulan bir yuva düşlerlerdi. Olmadı, çünkü onlar gökyüzüne vaatli, onlar harabe vatanımın vakitsiz açan ve solan Hercai Menekşeleriydi. Olmadı. Huriler yar olur oğullara. Melekler düğün yapsın Musab bin Umeyr gibi, benim de yavrularıma.
Bir telaş var sanki dışarda. Sesler, feryatlar duyuyorum ve sıyrılıyorum düşlerimden şimdi düşüşteyim.
Karardı sanki iyice gün akşama döndü, simsiyah bir gökyüzü ve kan rengi bir deniz. Bu da mı gerçek, yine mi gerçek? Bir uykuda olaydım da uyanaydım, kâbuslardan ayrılaydım ya. Ne ben benim şimdiden sonra, ne sen, sen. Kızlarım koklamaya kıyamadıklarım, gidin babanızın kollarına. En emin yerdir baba sinesi, varın gidin yavrularım!!!!
Oğlum, o iri ve acımasız postallar altında çiğnenen benim doğurduğum canın değil mi? Yüreğin değil mi kanayan? Git, peki sen de git ama beni sakın bırakma.
Atıldı, biçare başım bir namlunun ucuna. Anayım sadece kandan candan bir ana.
Kurşungeçirmez bilirdim ana yüreğimi. Olsun hiç olmazsa son evladımın öldüğünü görmedim.
Gözlerimi açınca evimdeydim. Sırtımı yaslayıp huzurlu yuvamda, yudumladığım kahvenin o mis kokusu var ya; işte o bile azap oldu şu anda bana. Çünkü. Ordaydım. Gittim. Gördüm.
Yalan. Tabi ki koca bir yalan..
Ne gittim, ne gördüm. Düşündüm ve düşlerimde ÖLDÜM.