Kana bulanmış yeryüzünden geldim sana, burkulmuş şiirlerden, ağıt kokan türkülerden, uçmayı öğrenmeden kanatları kırılmış güvercinlerden ve boynu bükük çiçeklerden.
Varoluşun en meşakkatli tarihinde, kaburganın sol yanından harmanlanıp, yoğrularak geldim sana.
Sadece tek sığınağımdı yüreğin.
Bir kucak açsan geçecekti yürek sızım.
Geldim yine işte…
Karanlığa inat, olumsuzluğa inat, sevgisizliğe inat, sesimi duymuyor musun?
Sesim tüm çığlıkların kulağında yankılanan bir serenat…
Tüm kâinata baş kaldıran bir ben… Cümle alem içinde başı dik, sırtı dik olan ben…
Bir senin savaşına yenik düştüm..
Galibi şiirlerim, galibi ezgilerim, galibi sensin yüreğimin…
Ve şimdilerde puslu sokaklar, yağmurlar sarmış kalabalık metropolleri…
Bir ben bile kalmamışım bana.
Gözler dumanlı, yollar sisli nereye dönsem çıkmazlara denk geliyorum…
Sessizim, uzunca bir zamandır sessizim…
Sanırım gün geçtikçe ben, eski sessizliğime bürünüyorum ve dans ediyor bu şehrin savaş severleri, gecenin en karanlık anındaki sarhoşlar gibi…
Uzaktan taa çok uzaktan duyuyorum jilet gibi keskin kılıç seslerini.
Tek istekleri bir yetimin saf kanı, nahif yüreği, yeseler, parçalara bölseler yetmeyecek, en zalim cellatların soyundan gelmişler sanki… Kana bulayacaklar yine yeryüzünü.
Oysa; bahar uğramıştı çetin geçen kışlarıma,
Daha taze kardelenler açmıştı… En sevdiğim papatyaların kokusu değmişti burnuma, sevinçliydim çünkü sevda gelmişti yüreğime.
Umudun yirmi birinci gününde, en kutsal papatyalardan tacı sen takacaktın saçlarıma… Saçlarım bile puslu artık.
Sessiz bir odada, sessizliğe yüz tutmuş bir yürek benimkisi…
Tanrı bile gülümser gibi acınası halime. Yüzümde acı bir tebessüm… Ve yokluğun…
Onu hiç sorma o kor ateşten sarılmış bir tütün cigarası, içime çektiğim her nefeste dağlar yüreğimi… Özlemine gelince. O en koyusundan demlenmiş bir çay gibi, inceden kurutuyor kanımı.