Hiç düşündünüz mü? Konuştuklarımızın hangisi gerçek, hangisi konuşulmamış yalanlarımız…
“Dünyanın en zor şeylerinden biri, herkesin düşünmeden söylediğini, düşünerek söylemektir.” (Alain de Botton)
Zihnimizde asılı duran ve çırçır konuşan konuşulmamış yalanlarımız…
İşte onlar bizi sürekli sınırlayan, sinirlendiren, psikolojimizi bozan, bizi depresyon kaygı çemberinde tutan, bize ait korkularla, bize ait sınırlarla, tam olarak ifade edemediğimiz yalanlarımız…
İşte onlar tam olarak ne?
Ağzınızdan çıkan her kelimeye dikkat edin, kendinizi ölçün, ilişki içinde olduğunuz kişilere gerçekte ne söylemek isterdiniz, kendinizi ne şekilde ifade ediyorsunuz, eğer düşündüğünüzün tam tersini söylüyorsanız…
Konuşamadıklarınız sizi fazlasıyla huzursuz ediyor olabilir. Aslında sorun yoktur. Sorun gördüklerimiz, gizlediğimiz, sakladığımız şeyler vardır. İnsan gizemli olmayı sever.
Sizinle birisi sürekli tartışmak istiyor ve siz bu duruma bir türlü anlam veremiyorsanız mutlaka size söyleyemediği, dile getiremediği konuşulmamış dillendiremediği, söylemeye cesaret edemediği, korktuğu, kendinden bile gizlediği gizli yalanları olabilir. İyi bir gözlemci olun. Ve hiçbir şeyi kişisel algılamayın.
Çeşitli nedenlerle bazı durumlarda insan her zaman kendini tam olarak ifade edemeyebilir…
Diğeri üzülmesin, kırılmasın, arkadaşımı, dostumu kaybetmeyeyim, alttan alayım derken, söylemek istediği şeylerin tam tersini söylemek zorunda olduğu durumlar…
Kendini korumak için insanın içinde konuşulmamış yalanlar yüce bir dağ gibidir.
Zihnimizde biriken yalanları tespit etmek ve dile getirebilme cesareti göstermek ve özgürleşmek elbette kolay değildir… Bunun için insanın farkındalık içinde bir hedefe doğru ilerlemesi mühimdir.
Hedefine ulaşmaya çalışırken ister maddi, ister manevi olsun…
Beklentilerinin karşılanmayacağı düşüncesi, rezil olmak, küçük düşürülmekten korkmak, insanlar, olaylar, durumlar, duygular, düşünceler, hedefiyle ters düştüğü zamanlarda söylemek istediği….
Arası bozulmasın diye içinde biriken hep gizlemek zorunda kaldığı konuşulmamış yalanları insanın içinde hep olacaktır. Sadece bütün bunların bilinçaltında gelişigüzel depolanmasına izin vermemek önemli olacaktır.
“İçindeki sese kulak ver, yürümen gereken yolu, aslında yapman gereken işi bulduğunda hayatına denge gelecektir.” (Judith Malika Liberman)
Akıl vicdan ve ruh rahmanidir… Zeka nefis ve ego şeytanidir…
İnsanın içindeki terazinin öyle bir çalışma yapması beklenmektedir ki ahlak vicdan terazisi nefsi terbiye edebilsin… İnsan içindeki tüm zıtlıkların üstünden yaşama bakmayı bilsin…
Bedene ait tüm ona acı veren şeylerin farkında olduğu zamanlarda özgür düşünebilme yetisi…
Kalp, ruh, beden, zihnin bir bütün olabilmesi için bilincin izinde organize olması önemlidir…
Ruh bedenin hayat kaynağıdır. Ruhun bedendeki kaybı insanın doğasına vurulan en büyük darbe olur, çünkü ruhun kaybıyla o boşluğu psikolojik sapmalar cin vb. doldurur. Şeytanın izinden gitmemek için kişinin kendinde olanı, biteni iyi tanıması önemlidir.
Konuşulmamış yalanlar insan yaşamında hep olacaktır…
İnsanlar hiçbir zaman iyi veya kötü davranışlarına sebep olan gerçek nedeni söylemeyeceklerdir. Mutlaka söylenenin arkasında başka bir duygu, düşünce ya da davranışın dile getirilenden daha önemli bir dayanağı olacaktır…
Hayatı neden mızmızlanarak yaşıyoruz hiç düşündünüz mü?
Geçmişte yaşadığımız hadiseleri zihnimize asıyor ve onları hatırlayarak geçmişe takıyoruz. Geçmişini sürekli gündeminde tutan kişi acıyı seven tembel kendi için çalışmayan, değişim için yeni şeylerden korkan, eskiye tutunarak yaşamayı tercih edendir.
Kendine ait olmayan, onu mutlu etmeyen inançlar, duygular, düşünceler sarmalında takılı kalan bireyin geçmişi, tüm enerjisini elinden almaya yetebilir.
“Her şeye sahip olunmayacağını ve her şeyin aynı anda yapılamayacağını öğrendim.” (Oprah Winfrey)
Yaşama dair en büyük sorun ULAŞILAMAZ hedefler koymak ve CESARETİMİZİ tazeleyememek… Bu iki engel insanın mutsuzluğuna en önemli iki sebebidir.
İnsan cesaretini diriltmek yerine geçmişini, insanları suçlayarak kendini oyalayabilir… Sonuç mutsuzluk. Kendini olduğu gibi kabul etmemektedir…
“Evet, denge ve uyumluluk acıyı azalttığı için iyi olabilir; ama belki de daha yüce bir ideale doğru ilerlemenizi engellediği için kötüdür.” (Abraham Maslow)
Acılar insanı olgunlaştırır mı bilinmez, fakat daha çok insanın kendi için kafa yormasını düşünmesini sağlayabilir.
Ya geliştiren, dönüştüren, insanı olgunlaştıran bir düşünce biçimi ya da emin adımlarla ilerleten aktif bir düşünme…
Tanrının maksadı insanı olgunlaştırmak, tekamül ettirmektir…
Tanrının insanı nasıl yarattığı tam olarak bilinmemektedir. Bu konudaki bütün yorumlar muallaktadır…
Her şey karmaşıktır… Karmaşık olmak bazen de sadeleşerek olgunlaşmayı sağlayabilir. Bilgiye çok dalmak yerine, az bilgiye sahip olma akıl sağlığı için de bir değeri ifade eder…
Madem ki Tanrı dünya denilen denize attı insanı, insan da bu denizde boğulmadan sahile ulaşmanın yol ve yöntemlerini geliştirmelidir…
KONUŞULMAMIŞ YALANLAR BEDENDE SOMATİZASYONA SEBEP OLABİLİR.
Kan hücrelerine olumsuz sinyalleri düşünce, duygu yoluyla gönderme hücrelerin yenilenmemesine sebep olabilir…
Kalp taze kan ihtiyacını karaciğere yeterince pompalayamaz… Enerji, kan ve lenf dolaşım sistemi yavaşlar.
İnsanın organizmasının düzenli çalışmasını sağlayan iki sinir sistemi sempatik ve parasempatik sinir sisteminin dengeli çalışması önemlidir. Sempatik ve parasempatik sinirler organlarda zıtlaşarak birbirlerinin karşısına dikilirler.
Kalp sempatik sinir sisteminin başrol (+) de oynadığı bir alan ise parasempatik sistem (-) eksi role sahiptir. Midede ise başrol oyuncusu parasempatik sinir sistemidir.
Zıtlıklar bir bütün olarak hayatı dengeler. Kadın ve erkek birbirinin zıddı gibi olsa da birbirini dengeleyicidir.
Bu iki zıt kutuplar (kadın erkek – +) kainatta zıttı olan her şeyin arasındaki esenliği sağlar.
İnsan sabretmeyi, şükretmeyi ve seyretmeyi de bilir. İnsan bu özelliği ile bizim bildiğimiz alemde tektir.
Zıt olanların dengesinin bozulması (kadın erkek kalp mide vb.) ailenin dağılmasına, organlarda sempatik ve parasempatik sinir sisteminin dengesizliğine sebep olduğu gibi organların bozulmasına da sebep olur.
Hislerde antipati – sempati, sevgi – nefret, dostluk – düşmanlık, bencillik – diğerlerini düşünmek…
Kavramlarda güzellik, çirkinlik, iyilik, kötülük, güzel – çirkin vb. Bütün bunlar zıt olsa da birbirini tamamlayan yaşamsal ihtiyaçlardır. İnsanlık alemi bütün bunların dengede olmasıyla beslenir.
Kainat düalitenin zıtlıkları içerisinde karmaşık gözüken bir yapıda birbirine tesir ederek farklılaşır ve bu tesirler bir değer olur.
Karşılıklı etkileşim için de birinin bir diğerinden fazla değer alması var olan dengenin bozulmasına sebep olur.
Birçok düşünür, yazar, bilim adamları, tüm canlıların yaratılış hikayelerine hayranlık duyarlar ve insanlara anlatmakta zorlanırlar. Yani evrenin üstündeki hakikatlere ilişkin söylenebilecek her şey, hiçbir şey anlatamaz insana, çünkü insan kendi maddesel algısıyla her şeyi anlamlandırır.
Her şey zıddıyla değerlidir.
Düşünce, duygu, ideoloji, bilim, sanat yani insan ilişkilerine ait her şey karşıt görüşlere göre değer alır.
İnsanları saptıran tek şey sevgisizliktir. İnsanları iyi yapan şey de sevgidir.
Kimse kimseden ne çok değerli, ne de çok değersizdir…
İnsan kendi algısına göre diğerine değer verme veya vermeme hakkına sahip değildir.