Salyangoz misali yavaş yavaş ilerliyor yelkovan. Sanki kabuğuma hınca hınç birçok şeyi doldurmam için bana fırsat sunuyor. Zaman dediğin şey su gibi akıp geçer fikrinin tam tersi bir devinimle. Pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma… Haftanın her bir günü arasında binlerce salise var. Her bir salisenin içinde yaşanması muhtemel olan ya da olmayan sayısız gerçeklik, kurulması muhtemel olan ya da olmayan sayısız düş var. Ben boşlukları hayallerimle doldurmayı yeğliyorum. Yani gerçek dünyanın yapaylıklarıyla eksilmektense düşlerimle çoğalmayı tercih ediyorum. İşte bu sebepledir ki Hayalci teyze derler bana…
Marifetlerim saymakla bitmez. Aslına bakılırsa yaşam enerjimi yükselten olmazsa olmaz (sine qua non) koşullarımdır bunlar. Mesela her pazartesi alırım elime fırçayı yeniden tasarlarım dünyayı. Ekolojik dengesi bozulmuş coğrafyaları, iklim değişikliğine uğrayarak çöle dönmüş toprakları gökkuşağının renkleriyle bezendirip allayıp pullarım. Salı günleri baldan daha tatlı bir gün. Bir kaşık bal için binlerce kilometre kanat çırpan arılarla dertleşme, onların halini hatırını sorma günümdür. Kimyasal ilaçlarla zehirlenmeden bir damla balı ziyansız bırakmasınlar diye çırpınıp durduklarından dem vururlar. Çevremdekilere arı sevgisini ve arıların hayatımızdaki rolünü anlatabilmek için kraliçe ve işçi arılardan çeşitli tavsiyeler alırım. Çarşambaları öykü yazma günümdür. Ne öyküler ama! Hepsinin anahtar kelimesi ortaktır; ‘umut’. Henüz hiçbiri basılmadı. Hele basılsın, imza günleri, fuarlar derken boş zamanım kalmayacak. Boş zaman derken, hayallerle vakit geçirecek zamanı kastediyorum. Zaman su gibi akıp gidecek. Heyhat! Bir de bakmışım ellili yaşlara merdiven dayamışım. Karartmayayım içini. Zaten basıldığı yok öykülerin. Nerede kalmıştım. Perşembe. Pek bir gizemlidir o gün. Büyüsü bozulmasın diye her perşembe akşamı kendime bir mektup yazarım. İçini ne acayip şeylerle doldururum bir bilsen, aklın şaşar. Dilersen son mektubu sana hızlıca okuyayım:
Düşünsene sokağın taklacı beyaz güvercini koşarak bana müjdeli bir haber getirmiş! Şimdi sen çok hayalperest biri olduğumu düşüneceksin. Ama öyleyim. Bugün de öyle çok ihtiyacım vardı ki böylesi muhteşem bir habere. Fakat nerede o günler. İşler hiç öyle gitmedi. Neden diye sorarsan, çok değer verdiğim birinin hakkımda konuştuklarını bu sabah parkta otururken güvercinler fısıldadı. Kalbim tuz buz oldu bir anda. Duydum ki inandırmışlar adı bende saklı bir dostuma yalanla dolanla. “Hiç sevmedi ki, boş ver aldırma!” demişler. Oysaki ben avuturdum gönlümü hâlâ onun sesiyle, nefesiyle. “Artık sevmiyor ki!” cümlesi, terk edişini haklı göstermek için miydi acaba? Belki de “Seni unuttum çoktan” diyebilmenin bahanesiydi. Deseydim ki “Görebilseydi hâlimi, inanır mıydı o vakit dostluğuma”. İnanır mıydı? Ne dersin, inanır mıydı? Kim bilir belki de ayrılık çanları çalmıştı ve zaman artık bu hercai dostluğun devam etmesini istemiyordu. Güvercinler bana arkamdan konuşulanları fısıldarken dilime de bir şarkı kondurmuşlardı. İşte ben de sabahtan beridir bu şarkının sözlerini tekrarlayarak kırgın ruhumu avutmaya çabalıyorum…
Haklısın bu mektup, yüzyılın sorunları yanında devede kulak misali kaldı. Ayrıca fazla süslü değil mi? Doğallık ilkesini katletmiş her kim yazdıysa. Ama olsun kederlenme, bana ait değil zaten. Kim yazmış hiç bilmiyorum, altında imzası yoktu. Bana bir düş mesafesi kadar uzak bu yazılanlar. Ömrümü bunlarla tüketecek kadar genç değilim. Geçen ormana gittiğimde yerde buldum, aldım. Biraz efkâr bassın ortalığı dedim, fena mı oldu?
Neyse olmazsa olmazlara devam… Cuma’dan bahsedeyim. Her cuma sabah erkenden uyanırım horozlar ötmeden. En yakın ormana giderim. Son yıllarda yakın mesafelerde biyolojik çeşitliliğe hâkim gür bir ormana rastlamak neredeyse imkânsız. Ayaklarımın altı nasır tutana kadar yürürüm. Ancak attığım her adımda böceklere zarar vermemeye gayret ederek. Onların geri dönüşümcü ve tozlaştırıcı olduklarını bir yerde okumuştum. Yanımdan tesadüfen turuncu bir salyangoz geçerse, topraktaki ölmüş maddeleri temizlemekle görevli olduğundan mütevellit işinden alı koymam. Arada (dilerim hiç olmasın) bir yangının içinde bulurum kendimi. Ayılar, tilkiler, domuzlar ve tüm börtü böcekle el birliğiyle yangını söndürmeye çalışırız. Bu dünya hepimizin ve bizim ona ihtiyacımız var türküsünü çığıra çığıra. Eve döndüğümde üstüm perperişan. Konu komşu kendi aralarında başlar dedikoduya, hatta içlerinden en mekteplisi hararetli bir sohbetin meşalesini yakıverir mahallenin orta yerinde. İşitmem söylenenleri anahtarın şıngırtısından. Koruyucu kabuğumu bırakıp kapının eşiğine, bir güzel cumartesinin hayalini kurmak üzere girerim yatağıma. Azıcık da yoruldum mu ne? Ama onlar epey yoruldular. Onlar mı kim?
Şimdi uyku vakti. Yarın anlatırım…
Kaleminize sağlık, buram buram siz kokuyor💮✨
Muhteşem çok güzel eline kalemine sağlık amcam
Çok güzel olmuş. Ellerine sağlık
Yüreğinize sağlık olsun
Kalemine sağlık ablacığım.Nefissss bir yazı