Sevgili okuyucular, bugün sizinle hayat yolculuğu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Kendimizi nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan bir yolculukta bulduk. Meçhulden gelip meçhule yol aldığımız bu yolculuğun aslında ne başı, ne de sonu var.
Kendimizi göremediğimiz için hep başkaları üzerinden kim olduğumuzu tanımaya çalışırız. Yani aynalara ihtiyaç duyarız. Bir bakıma arkadaş ihtiyacı ve dost arayışının altında kendimizi tanıma da yatmaktadır. Yolculuğun başlarında olgun olmadığımız dönemlerde hayata ikilik penceresinden bakarız, ben ve öteki ayrımı yaparız. Bu yolculukta, kendimize aşma arzusu duyduğumuz bir noktada tekâmülümüz başlamış demektir. Hakk’tan başka bir şeyin olmadığı bu koskoca âlemde her şey ve tüm varlıklar O’nun yansımaları ya da gölgeleridir. Henüz bu gerçeğin farkında olmadığımız bir evrede tamamlanma hissiyle arkadaş ve dostlara ihtiyaç duyarız. Karşımıza hayatımızın farklı dönemlerinde farklı insanlar çıkar. Mahalle arkadaşlarımız, okul arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız, çocukluk arkadaşlarımız ve aktivite arkadaşlarımız olur. Hayatımıza giren insanlardan çok azıyla kalıcı dostluklar kurarız.
Bakış açımıza göre hayatı, bir sınav, savaş ya da oyun olarak değerlendirebiliriz. Buna göre, hepimiz farklı senaryolar içinde kendimizi buluruz. Bu senaryolar içinde hayatımızdaki diğer insanların da rolleri farklıdır. Hakikat arayışımız ağır basarsa, işin rengi değişir. Eğlenmek ve hoşça vakit geçirmek olarak gördüğümüz dostlarımıza bakışımız farklılaşır. Doğduğumuz andan itibaren kaybettiğimiz özümüzü dostlarımızda aramanın bir aldatmaca olduğunu öğrendiğimizde büyük bir hayal kırıklığı, silkiniş ve öze dönüş yaşarız. Biz çaba gösterdikçe okuduğumuz kitaplardan, izlediğimiz filmlerden ve karşılaştığımız kişilerden aradığımız hakikatle ilgili bilgiler kalbimizde gizlenmiş sırların doğmasına aracılık eder. Bu sırları ifade etmek güçtür, ancak yaşayan bilir. Herkes kendi kapasitesi ya da deposu kadar sır alıp bunları deşifre edebilir.
Doğduktan sonra yeniden arınarak özümüze yaklaşabileceğimiz bu hayat yolculuğunun zorluğu, asıl bu sırları çözümledikten sonra başlar. Sırların sahibi olan Yüceler Yücesi Rabbimiz, bizi çok farklı bir eğitim programına sokar. Başımıza gelen her şey, olumlu ve olumsuz olaylar, kazandığımız başarılar, sevinçlerimiz, kayıplarımız, yıkımlarımız ve yaşadığımız felaketlerin hepsi kendi gerçeğimizi öğrenmemiz içindir. Sırları koruyor muyuz yoksa onları bilemeyenlerle, yani yolculuklarında bize göre daha alt seviyelerde bulunanlarla paylaşıyor muyuz? Sırları bilmeyenlerle paylaşırsak, aldığımız tüm mesafeyi, bu uğurda harcadığımız tüm çabayı yok etmiş oluruz. Tepetaklak yuvarlanarak tekâmül yolculuğunda başa döneriz. Size soruyorum dostlar, insanın sırları çözümleyerek keşfettiği hazineleri değerini bilmeyenlerle paylaşması o hazinelerin talan edilmesiyle, değersizleştirilmesiyle, boşa harcanmasıyla veya gasp edilmesiyle sonuçlanmaz mı? Her çözdüğümüz ve içselleştirdiğimiz sır bizi, kaybettiğimiz ve hasretiyle yanıp tutuştuğumuz özümüze yaklaştırır. Sıradanlıklarından kurtulamamış, benliklerine tutsak olmuş, sınırlarını aşamamış dostlarımız tekâmülümüzün aşmamız gereken en önemli evresinde bize ayak bağı olur. Bu, kendimize atfettiğimiz varlığı eriterek yoklukla sonlandıracağımız evredir. O yüzden, bizi tanıyan dostlarımız yeni girdiğimiz bu yolda farklı haller yaşadığımız için bizdeki değişimi fark ederler. İçlerindeki merak duygusuyla neler yaşadığımızı öğrenmek isterler. Artık, bizi bahsettiğim gibi zorlu bir sınav bekler. Varlık illüzyonundan kurtulup yokluğa geçeceğimiz uzun ince bir köprüde cambaz gibi yol alırken sırları koruyup koruyamamamız sonumuzu tayin eder.
Yolculuğun büyük bir badire olan bu aşamasını hasarsız atlatmanın formülü, ser verip sır vermemektir. Sonucunda tüm sahte benliklerimizden arınıp gerçek kimliğimizi alacağımız bu yolculuğa başımızı koymamız gerekir. Başkalarının, dostlarının sizin tekâmülünüzün yanında hiçbir öneminin olmadığını unutmayın. Onların aslında sizin kişiliğinizin farklı yönlerinin yansımaları olduğunun farkına varırsanız dostlarınıza bakışınız değişir. Yolcuğun birinci aşaması olan yokluk durağına erdiğinizde tamamlanacağınız için başınızı vermeniz gerekir. Yani sona varmadan hiçbir sırrı açıklamayacaksınız, ketum olacaksınız. Ser baş demek olduğu için, sırrı korumanın sırrı başı vermektir. Söylediğim mecazi anlamdadır. Bakın şu sonuç çıkıyor. Sırrı koruyan sırları ifşa etmez ve böylece başını vermiş olur. Yani, baştan varlık vehminden kurtulur.