“Eğer su kaynağı senin kendi ruhundan fışkırmazsa susuzluğunu dindiremezsin.” (Goothe)
Kaz Dağları’nın bol oksijenli havasını ciğerlerime çekip, Edremit’te bulunan efsanesiyle ünlü Hasan Boğuldu Göleti’ne doğru ormanlık alanda ilerliyordum. Efsaneye göre kavuşamayan iki gencin hikayesi göletin olduğu yerde kötü bir sonla bitmişti. Oraya varınca yaz sıcağının bunaltıcı havasından biraz olsun uzaklaşmak için buz gibi suya girip, yürümüştüm. Biraz ilerleyince Sütüven Şelalesi’nin olduğu noktaya varmıştım. Bir kayalık bulup şelaleye karşı oturdum. Suyun soğukluğu, ayaklarımın yorgunluğunu biraz dindirir gibi olmuştu. Şelaleden akan suyu hayranlıkla izlerken, yıllar önce okumuş olduğum “Su Kanunu” kitabını anımsadım.
Kitap; suyun kendine özgü alfabesi olduğundan bahsediyordu. Üzerine söylenen güzel ya da kötü sözlerle çeşitli motifler oluşturabileceğimiz bir yazılım programı gibi.
Vücudumuzda uzun bir su yolu mevcut. Ağzımızdan çıkan her cümle bu su yolunu etkiliyor. Söylediğimiz her kelime önce vücudumuzdaki suyu, daha sonra suyun ulaştığı hücrelerimizi, organlarımızı dolayısıyla tüm bedenimizi etkisi altına alıyor. Bedduaların, kötü sözlerin sahibini bulması da bu mantıktan hareketle söylenmiş olsa gerek. Kurduğumuz cümlelere en yakın muhatap biziz. Bu nedenle söylediklerimiz bir noktada kaderimiz oluyor. Ben şansızım dedikçe şanssızlığı, şanslıyım dedikçe şansı… Mutsuzum dedikçe mutsuzluğu, mutluyum dedikçe mutluluğu çoğaltıyoruz. Hastayım dedikçe hastalığı, iyiyim dedikçe iyiliği..
Bir bardak suya dualar okumak, güzel sözler söylemek, bu yolla suyun frekansını ve enerjisini yükseltmek bedenimizde tahminimizden öte etkiler yaratabilir.
Kitabın etkisiyle kullandığım kelimelere, kurduğum cümlelere yıllardır dikkat ettiğimi düşünürken suyun soğukluğuyla ayaklarımı artık hissetmediğimi fark ettim. Kayanın üzerine doğru çektiğim ayaklarımla tekrardan şelaleye, o güzel akışa dikkat kesilmiştim.
Düşünüyorum da su önüne çıkan engellere çoğu zaman takılmaz. Bir yolunu muhakkak bulup, her zaman en az direnç gösteren yolu tercih eder. Sufilerin bunun için söylediği güzel bir söz var: “Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma, eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın. O kişinin etrafından dolanıp devam et yoluna.”
Şelalenin akışı, berraklığı, birikmeden bulunduğu yeri terk edişi tüm bunlar bana o kadar huzur veriyordu ki.. Su gibi akışta kalmak gerekir diye düşündüm. Bir yerde biriken su belirli bir sürenin sonunda çamurlaşmaya mahkumdur. O halde hep akmalıyız. Durmamalı ve kendimizi sürekli geliştirmeliyiz. Bir hadis-i şerifte: “İki günü birbirine eşit olan ziyandadır, aldanmıştır.” (Keşfü’I-Hafa, 11,323) buyrulur. Sürekli öğrenmeli, bildiklerimizle yetinmemeli, kendimize devamlı yeni alanlar açmalıyız.
Şelalenin ilk doğduğu kaynağı düşündüm. Buraya dökülene kadar kim bilir hangi yollardan geçiyordu. Su bazen bir engelle karşılaşır, gidecek başka bir yol da bulamaz. Önüne çıkan bu engeli aşması gerekir, bu nedenle sabırla akmaya devam eder. Damla damla akan su bir süre sonra kayayı deler. Kayayı delen, suyun gücü değildir aslında, devamlılığıdır. Bu durum bana sabrın önemini anlatır. Şems-i Tebrizi:
“Sabır dikenin içinde gülü, gecenin içinde gündüzü hayal edebilmektir.” der. Ne de güzel söyler.
Büyüklerimiz su ikram edildiğinde içer ve arkasından suyu verene: “Su gibi aziz ol.” derler.
“Su gibi aziz ol.” ne güzel bir duadır. Su gibi temiz, su gibi mütevazi, su gibi kıymetli ol… Su göklerden inse de hep aşağılara doğru akar. Bu nedenle tevazu sahibidir. Haddini ve yerini daima bilir. Hayata değer katar, yaşam pınarıdır. Bu nedenle oldukça kıymetlidir. Su tüm kirleri temizler. Fiziksel bedeni temizlediği gibi ruhumuza da manevi bir temizlik yapar. Yağmur olarak yeryüzüne düşer, toprağa bereket, tohuma can olur. Kuran-ı Kerim’de şöyle geçer: “…her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi?” (Enbiya, 30) Hasılıkelam su ile var olduk, su ile hayat bulduk.
Edremit’te Kaz Dağları’nın büyüleyici ormanları içerisinde, o gün çok düşünme fırsatı bulmuştum. Doğanın içinde tam bir teslimiyet hali içindeydim. Gördüğüm güzelliği temaşa etmek ve tefekkür içinde olmak beni çok iyi hissettirmişti. Edremit’te çocukluk ve gençlik yıllarını geçiren yazar Sabahattin Ali’yide düşünmeden edememiştim. Şelalenin tatlı sert akışında yazarın kaleme aldığı “Aldırma Gönül” şiirinin dizeleri dilimden kalbime, kalbimden de ruhumun en ince yerlerine kadar sızmıştı.
Ve sonra içime dönmüş, demiştim ki;
“Su gibi ol!
Su gibi yaşam kaynağı…
Su gibi faydalı…
Su gibi berrak…
Su gibi sabırlı…
Su gibi bitip tükenmez…
Su gibi özel…
Su gibi vazgeçilmez ol!”