O ses hayatımda duyduğum en elim verici seslerden biri olabilirdi. Eski arkadaşım Ercan’dan gelen 2 kelimelik mesaj:
“Anneni kaybettik.”
Yeminler ederim ki içimi acıtacak başka bir şeyler bulunsa bin dereden sular önüme serilse hiç canım bu kadar acımazdı.
Kabul ediyorum şimdi diyeceğiniz şey şu olacaktır:
– Ulan dalkavuk zaten aileni ananı daha 20’lerini biraz geçince terk edip gitmişsin. Şimdi neyin vicdan temizliği.
Evet haklısınız, ben terk edip gittim ancak annemi bir türlü geride silip gidemedim. İçten içe her gün gözlerimi yok sayma pahasına tükettim. İlk günler kana çanağına dönen gözlerim görmekte güçlük çekiyordu. Hiç kimsenin umurunda değildi sokaklarda yattığım anam kadar. Allahtan bir gün Nesimle karşılaştım da konservatuvardaki derslerden sonra gidebileceğim barınaktan bozma o evi denkleştirip aldık. Sonra okulum bitince ona olan katmerli borçlarımı dizilerden yada oyunlardan kazandığım parayla ödemeye çalışıyorum. Bana çok sitem ediyordu karşılaştığımız günden bu yana. Olum anadır ana lan bi ara bak sesine hasret ölüme mi gitsin kadın. Artık gözünü para ve hırstan başka bir şey bürümeyen ben o sırada dalgaya vuruyor anam kaçıyor sanki elbet onun da yeri gelir diye avutuyordum kendimi. Babamı soracak olursanız yıllarca dogulu memleketlere has karısını yıllarca hor görmüş ve ezdirmişti. Ancak bunun günahını kız çocuklarına gösterdiği sevgi duygusuyla bastırmaya çalışsa da bana attığı dayakları ve hayatıma direkt müdahale ettiği gerçeğini asla unutamam. Sanki akrabaları ailesi bizde akrabalarıydık.
Dilimin değil de çenemin yada size göre kalemimin kemiği olmadığını düşündürüyorumdur belki sizlere. Şimdi neler yaşadığımı düşününce mazi acımasızca gözümün önünden geçiverdi işte. Benim ne hissettiğimi soracak olursanız yüreğim de bedenimde kayıp birer gemi gibi . Kaptanını kaybeden rotasını yok eden bir gemi gibiyim. Zaten kaybetmesem bu halde olmazdım.
Nesim mesajı gördüğümdeki tepkiyi fark edince oldukça korktu. Hemen elindeki kahve bardağını yere fırlatıp karavandan suyu kaptığı gibi yanıma koştu. Önce sanki doktormuş gibi nabzımı kontrol etti daha sonra suyu içirmeye çalışıp enseme kolonya dökmeye çabaladı. Ancak bütün bunların tümü nafileydi. İlkin bayılır gibi olunca birdenbire kendimi toparlayacak gücü bulunca bağırıp çağırmaya başladım.
– Anne affet beni. Seni kendi ıssızlığımda boğmak istemedim. Terk edip gitmedim yalnızca sana yardımcı olmak istedim.
Yerden yere kendimi vurunca Nesim daha fazla dayanamayarak:
– Keşke rahmetliyi yaşarken bir kez olsun son zamanlarında ziyaret etseydin be kardeşim. Neyse bütün bunları konuşmak boşa bir çaba. Şimdi sana bir uçak bileti alıp beraber gitme k lazım. Son vazifesinde yalnız bırakmayalım bari.
Ben oldukça sinirlenip öfkelenen bir bakışla onu uzun uzun süzdüm. Sonra sanki birden annemi görmüş gibi rahatlayarak:
– Tamam ama bak onu gördüm şimdi bizi rahat bırak.
Ondan sonrasını inanın hatırlamıyorum. Erzurum’da onu nasıl toprağa teslim ettiğimizi yalnızca hatırlıyorum. Beni besleyip büyüten yeri geldi mi kendi aç kalıp beni doyuran annemi. Kimi zaman kadın olduğundan mütevellit ağzı bozuk boş akrabaların anama höykürmelerini asla unutamıyorum. Birde şimdi utanmadan kadının oğluyla vedalaşmasını garip buluyor yüzüme karşı binbir dedikoduyla karışık iftiralar sergileniyordu. Zaten bana karşı başlatılan dedikodular daha doğduğumda nüksetmiş. Bebekliğimin ilk 6 ayını doldurduğumda o kadar çok ağlıyormuşum ki hepsi bu çocuk huysuzluğundan 1 yıl bile dayanamaz ölür gider denilmiş. Ama annem kadın başına babamın cılız desteklerine aldırmadan beni büyütmeye devam etmiş. O kadar yıl boyunca beni yanından ayırmaya da ben 20 yaşıma basınca buğdayın yurdu olan topraktan ayrılır gibi kopup gittim üniversite kazanınca. Başlarda onu da yanıma almak istesem de o bana karşı o kadar kırgın ve yorgundu ki bunu düşününce hemen bu düşünceden vazgeçtim. Nesim’in uyarılarını dikkate alıp son anlarını beraber paylaşmayı her şeyden çok isterdim ancak o artık yok yanımda. Zaten annem anneannemi de böyle zamansız kaybetmemiş miydi. Bir Pazar sabahı kahvaltıdan sonra durumu iyiye giderken birden en sevdiği meyve şeftaliyi yerken yere yığılmıştı. Bende eski anılarımızı zihnimde canlandırırken onun kayıp haberini aldım ya. Galiba bazı acı haberler kanlı bir gelenek gibi nesilden nesile devam ediyor. Kimi 40 yıl hatırı olan ölümlü kahve yudumlu anılardan alıyor haberi kimi ise en sevdiği meyvenin ölümlü oluşundan.
Biraz düşündüm de gerçekten hayat bomboş bir devrim ışıltısı gibi. Devrin gerçekleştiği her sey önünde dururken bedenin toprağa karışmış ancak ruhun toprağın soğukluğu karşısında sapasağlam. Soluk benizli yüzleri en çokta ablamın yarı annelik içgüdüsünün getirdiği yorgun yüzünü asla unutamıyorum. Zamanında annemden gizli aşırdığımız bahçede yapılacak olan piknik abur cuburlarını kaçırışımız daha dün gibi çakılıvermiş zihnimin tam ortasına.
İstanbul’a dönmeden önce ısrar kıyamet iki ablamın da en azından birkaç günlüğüne bizde kal ısrarlarına karşın hemen dönmem gerekiyordu.
Ancak ne bahane uydursam kabul etmiyorlardı ben de mecburen onların ısrarlarına dayanamayarak memlekette kalmaya karar verdim.
İlkin kariyerimi düşünsem de artık dağılmak üzere olan bir aile vardı ve bu çok daha önemliydi. O yüzden birkaç günümü burada geçirebilirdim.
Ablamların evine doğru gidiyorduk. Mahallenin eski halinden eser kalmamıştı dersem yalan olmaz. Yalnızca çocukluğumda karşılaşıp ilk aşkımı gördüğüm park yerli yerinde duruyordu. Tam önünden geçerken enişteme arabayı durdurmasını rica ettim. Araba durdu ve ben izin isteyerek indim. Adımlarını büyük büyük atarken cebimden çıkardığım Camel Soft sigaramı yakarak derin derin içimi çektim. Tam birlikte düştün kalktığımız kaydırağı izlerken bir elle tüm hayallerimden sıyrıldım:
– Başın sağ olsun, haydi gel birlikte tüm duvarlara rağmen hayata tutunup tüm düşmelere rağmen kaydıraklardan kayalım, aynı çocukluğumuzdaki gibi…
NOT: Geçen Aralık ayında kaybettiğimiz 12 vatan evladını rahmet ve minnetle anıyorum.