Tek nefeslik bir kelime. İmkansızı mümkün kılan, garip, hakkında yıllardır yazılan ama sırrı bir türlü çözülemeyen, tek hece olmasına rağmen nefesi kesen, acayip, sadece insana has olduğu zannedilen, ama cümle mahlukun içine gizlenmiş, bazen his ile bazen kelime ile, bazen içe dönük ifade biçimi ile anlam kazanan, Cemal Safi’nin de dediği gibi; “Kâmil iken âlimi cahil eden, vahşi iken zalimi yahşi eden, Yavuz iken Selim’i zebun eden” nedir bu hali bu kadar mübalağa sebebi kılan?
Kime sorsan tam tanımını kimsenin yapamadığı, uğruna dağları deldiren, zehri şifa gibi içiren, Rahmanî bir nükte olarak indirilen ve kulunun gönlüne yansıyan, ölümü bile göze aldıran esrarlı hareket ve davranış biçimi. Bunun tanımını yapabilmek için o yoldan geçip, yanıp, kül olup, küllerinden yeniden doğup (zümrüd-ü anka misali) ne için yandığını bilip, yansımaya değil, ardındakine bakmak mı gerektir acep? Bunu yapıp da kim dayanabilecek kudrette? Neyse soru faslı bitmez ama bunu yazarken her şeyi düşünüp, hiçbir şeyi ifade edemeyeceğimi düşünmezdim. Ama yazmak edeple beraber, cesaret ister, had ister. İsim kökünü sarmaşıktan alıp bundan türeyen kelime olduğu ifade edilir ama bundan çok daha fazlasını ifade ettiğini kabul etmek lazım. Ayrıca sarmaşık kendini geliştirmek için etrafına sarılır ve etrafındakini kendi besini için kurutur. Bu da gerekli bir bilgidir, zira anlamak için en ufak bir zümreyi bile eş geçmemek lazım. Çünkü ateş için oksijen, çiçek için güneş, nefes için ciğer, günah için sevap, mide için gıda, ahiret için dünya, hasat için tohum, şirk için cehennem, kulluk için ibadet, şefaat için salâvat, münacaat için imtihan, akıl için âlem neden var ise, kalp için de aşk o yüzden var. Ama bu başlangıçta olacak bir şey. Tapduk Emre (k.s): “Bu yola akılla çıkılır, sonra akıldan çıkılır, gönülle yola devam edilir. “demiş. Bu aklı inkâr etme yoludur. Çünkü bu derin manalar aklı deliye çevirir. Akıl bu yolu kaldıramaz, kaldırırsa adı aşk olmaz. Mantıken kim zahirde zarar edeceği bir işe kalkışır ki. Ya deli derler ya da divane. Bu gönlüyle düşünenlerin yoludur. Teslimiyetle sorgulamadan sevgili uğruna yürüyenlerin yoludur. Böyle olmasa sultanlar köle, alimler cahil, vaizlerin nutku tutulur muydu? Yavuz merhum bu dizeleri dile getirir miydi:
“Merdum-i dideme, bilmem ne füsûn etti felek?
Giryemi füzûn, eşkimi hun etti felek.
Şirler, pençe-i kahrımda olurken lerzân.
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek.”
Hasılı:
“Gözbebeğime bilmem, ne büyü etti felek.
Ağlamamı bol, yaşımı kan etti felek.
Aslanlar, kahrımın pençesinde titrerken.
Beni bir ceylan gözlüye muhtaç etti felek.”
Haddim değil ama dedim ya sultanı köle eder bu gavr-ı in’idam. Sen koskoca cihana nam salarsın, bütün cihan senin elindedir belki, ama yürekteki kıvılcım bileği mağlup eder ve savaşlarda düşmanı esir alan sen, yüreğine esir düşersin. Aşk böyledir işte, direnemezsin, ancak ve ancak hürmet eder ve teslim olursun. Bunlar kitaplarda ve efsanelerde kaldı zannedersin. Maalesef ki günümüz insanı bunu akla, mantığa ve materyalist bir hale dönüştürerek kirletiyor. Bunu da Necip Fazıl üstat çok iyi özetliyor:
“Arsızlığa cesaret, zinaya aşk dediler.
Bir neslin ahlakını, işte böyle yediler.” diyor.
Bunu çözmek lazım ama çözmek için hakikî manada aşkı çözmek lazım. Zaten hakikî manada aşkı bulan, gayrısını istemiyor diyorlar. Ve iki türlüsü olduğunu üstat Bediüzaman Said Nursi Hz. şöyle anlatarak söylüyor:
“Aşk şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini, daimî azap ve elemde bırakır veyahut o mecazi mahbup o şiddetli aşkın fiyatına değmediğinden Baki bir mahbubu arattırır. Aşk-ı mecazî aşk-ı hakikiye inkılap eder.”
Aşk dediğin şey muhabbet özünden doğan bir şeydir. Senin gibi geçici, ölümlü.