“Acılar geçiyor mu? Yoksa sadece yara izi olarak mı kalıyor? Üstü örtülen, görmezden gelinen neydi? Bir gün ansızın yeniden ortaya çıkan ve en hassas noktandan vuran şeyin adı neydi? Acı mı, üzüntü mü yoksa korku mu? Yoksa bu başka bir şey mi?”
Doktor Yürüyengezen, üniversitedeki son derslerinden biri olan psikoloji dersini bu cümle ile bitirmişti. Birbirinden farklı cevaplar gelmişti. Hepsi de senelerdir farklı yüzlerden duyduğu aynı cevaplardı. İçlerinden bir tanesi farklı bir cevap vermiş ve doktorun yüzünde alnından akan iki damla tere sebep olmuştu. Bu endişe ve korkunun verdiği bir tepkiydi. Bir ses “Peki ya Mecube?” demişti.
O an sakin kalmaya çalışarak dersin bittiğini söyledi ve hızla sınıftan ayrıldı. Kimdi bu cüretkar? Nasıl bir saygısızlıktı bu? Okuldaki işlerini bitirip hızla evine gitti. Kapılarını sıkıca kilitledi ve dondurulmuş yiyeceğini ısıtarak yemeye koyuldu. Yemek yedikçe gözleri kapanıyor. Üzerine dayanılmaz bir ağırlık çöküyordu. Dayanamadı ve gözlerini kapattı.
Sokaktaki korna seslerine uyanmış olmalıydı ki birden korkarak açtı gözlerini. Yemek yerken uyuyakalmayı hiç sevmiyordu. Tabağını götürmek için mutfağa gitti, ışığı açtığında çöp kovasının yanında oturmuş birini gördü. Bu genç bir kadındı. Kadın dizlerini karnına çekmiş ve başını da göğsüne doğru eğmişti. Omuz hizasında kahverengi saçları, uzun bacakları vardı. Doktor endişeyle kadına yaklaştı ve kim olduğunu neden burada oturduğunu sordu? Kapı hala kilitliydi ve 6.katta oturuyordu. Kadın kafasını kaldırdı. Kadının yüzü uzundu, büyük burnu ve salak bakışları vardı. Birden gülümsemeye başladı. Dişleri kocaman, ağzı genişti. Bakışları birden şeytani bir hal almıştı. Birden kahkahalar atmaya başlayınca doktor ona bir tokat attı. Kadın çok çirkindi. Bakışları birden kesici, gülüşü ise hain bir hal almıştı.
“Sen kimsin ve evime nasıl girdin?” dedi, doktor sinirlenmişti.
“Mecube.” dedi kadın. Ağzından irinler akan kadın birden odadan yok olmuştu. Doktor gözlerini açtığında, ter içinde uyandığı kabusunun etkisinden çıkmaya çalıştı.
Kadın, seneler önce araba kazasında çarptığı kadına benziyordu. Kadın kazada ölmüş ve doktor hiçbir ceza almadan olayın üstünü kapatmıştı. Neden bugün? Bunca sene sonra neden şimdi?
Mecube neden şimdi gelmeyi seçmişti? Hepsi hayalden mi ibaretti yoksa intikam mı istiyordu? Hava kararmıştı, ve gökyüzü yağmurluydu. Nefes almak için kendisini dışarı attı. Herkes bir telaş halinde, bir yerlere yetişmeye çalışıyor ya da yağmurdan kaçıyordu. Doktor da onlara ayak uydururcasına hızlı hareketlerle yürümeye başladı. Sanki arkasından gelen birinden kaçıyor gibiydi. Aklında tek bir şey vardı: O kadın.
O gün hava aynı şekilde yağmurluydu ve doktorun acelesi vardı. Arabayı hızla sürüyordu, kadını görmemişti frene bassa bile çok geç kalmıştı. Başından aşağıya akan kaynar sular hayatında hiç olmadığı kadar içini yakmıştı. Bir can almıştı. Bu ömrü boyunca unutabileceği bir durum değildi.
Mecube, üstünü örttüğü, görmezden geldiği ve ansızın ortaya çıkan şeydi. Mecube, karşılık almaya hak kazanmış kişiydi. Çok fazla düşünce, çok fazla kaygı, çok fazla yağmur…
Fark etmediği arabanın önüne atladığında, farların ışığı ile karşılaştığı an, her şey için artık çok geçti. Doktor oracıkta can vermişti. Alınan cana karşılık.