Bu kaçıncı cemreydi, düştüğü kaçıncı yeryüzüydü. Kaç kez havayı soldu ciğerlerine, her defasında soluduğu nefesin, yağmur dolu bulutların gözyaşlarından mı aldı gelişini, buzları eriten güneşin tadını mı aldı, adı bahar diye vaveylalarla mı çiçek açtıracaktı.
Aylarca uyuyan goncaların, yaprakların uyanma vakti mi geldi. Her sabahın telinde umutlar yeşeriyorken, sözlerde yazmak için birçok sebep varken. Bu ilkbaharın gözleriyle konuşup yaşamak için bir çok güzellik varken neden bu karanlıklar ülkesi. Kış uykusunda hâlâ gözleri mağrur olma gayesinde mi tabi saatlerin anlamları bozuldu, kendi etrafında dönüp kahkahalar atarak, dünyanın doludizgin kapılarını açan gülüşlerin nesi eksikti. Bütün renklerin üzerine yazılan fasl-ı baharın yolları üzerine ulaşan günün akşamında, açıldı ardından bütün baharistanın kapıları, işte tam olarak burada oldu bütün bu saydıklarımın tarihi, kocaman ömrün kıyısında gün ışıklarıyla rüzgara verildi, hayalin gerçek ile olan arası. Dönüyor âlemin etrafında güneşin gözleri, ısıtmazsa bile bir bakışıyla eritmek için, dağın yamaçlarında bekleyen karın konuşmasıyla başlayacak dört mevsimin büyük buluşması. Öncesi ve sonrası dönen devrin başrol kahramanı gibi. Geçen zamanın üç yüz altmış beş günü ama sanki çağın sonsuzluğuna batırılmış ve boyanmış bir tablonun, çözümlerinden karakalem çalışması yapan ressamın büyük hünerlerini saklamış bir yaldız özelinde….
Her ne kadar görünmezse de elbet bir gün her yeri saracak yemyeşil bir örtü, üzerinde bu kadar sardığımız bu kara örtünün altında kalan, rengarenk hayat bahşeden bir görüntü…
Evet, başlangıcı işte baharın sevgisi uyanır gönülde…