İsveçli bilim adamlarının üşenmeyip yaptığı garip ama faydalı 7 araştırma, hazırsanız başlıyorum.
1- Haftada bir kez çikolata yiyen erkeklerde kalp krizi riski daha düşük. Tartışılmayacak olan ise adamlar on yıl boyunca çikolata yiyenlerin lokmalarını sayacak kadar işlerini ciddiyetle yapıyorlar.
2- Aldatma hormonsal bir şey. Güzel haber hormon takviyesi yaptırabiliyorsunuz.
3- Erkekler eli işte gözü oynaşta olma konusunda daha da uzman.
Evdeki kumandayı bile bulamayan, buzdolabında gözlerinin önündeki koca yoğurdu göremeyenler? Ya bizimkiler erkek değil, ya da İsveçli analar aslan gibi yetiştiriyorlar erkek çocuklarını.
4- D vitamini eksikliği intihara kadar sürüklüyor. Takviye alınır çözümü var.
5- Havalimanına yakın oturanlar daha göbekli oluyor.
Yorum yok. Havalimanına uzak oturuyoruz ama çevremdekilerin göbeği var.
6- Şeker pancarından kan üretmeyi planlıyorlar. Yaparlar mı yaparlar. Yedikten sonra tuvaletteki renk değişimi tesadüf değildir.
7- Kalbini kırdığınız insanları ölüme sürüklüyor olabilirsiniz. Bir kalp kırmaktan bir de kul hakkı yemekten korkarım. Üzülen insanların kalp kaslarında yorulmaların başladığı, kan pompalamanın zorlaştığı ve bunun ölüm dahil bir çok hastalığa sebep olduğunu kanıtlamışlar.
Hani diş fırçası? Özellikle bilmem kaç açılı diş fırçası? Yalnız hakkını yemeyin adamların. Diş fırçası ve macunun fiyatlarının nasıl olduğunu biliyorsunuzdur. Geçenlerde üç harfli marketlerde inanılmayacak kadar uygun fiyata gayet şık, İsveç bilim insanı yapmışçasına aynısının tıpkısının aynısını onda bir fiyata aldım. İki kez şans verdim. Üçüncüsünde direk çöpe attım. Diş etimin kanamasını durduramadım. İlkinde anlamadım bende bir sorun var sandım. Ama ikincisinde de aynı sorun yaşanınca ve üstelik ağzımdaki kan durmayınca doğruca yolculuk çöp kutusu oldu. Yani diyeceğim ki adamlar işlerini büyük bir hassasiyetle gerçekleştiriyorlar.
Amerikalı bilim adamları da “mutluluğu” koşulları, genetik faktörlerini, nasıl olurunu araştırıyor.
Yaşamında mutlu olma durumu; kişinin hayatının kendi değerleriyle uyumlu bir şekilde ilerlemesi olarak açıklamışlar. “Mutlu insan yaratıcı insan. Sevdiği ile evli olan mutlu insan.” Evlilik en çok erkeklere yarıyormuş. Daha düzenli hayatları oluyormuş. Şaşırdık mı? Mutlu insanların değişiklik yapma cesaretleri daha fazlaymış.
Olumsuzu görme eğilimi diye bir kavram da var. ‘Negativity bias’, olumsuzu daha çok görmek. İlk yaşayan insanlarda varmış bu his. Mutluluktan çok tehlikeli şeyleri daha önceden görüyorlar. Bu felsefe ile belki de hayatta kalabiliyorlar. Bize bunun yansıması ise, ister atalardan geliyor deyin, ister DNA kodlarımız olsun, önümüze güzel şeyler gelse bile biz onun içindeki tek olumsuz şeyi görmeye çok meyilliymişiz. Olumsuz şeylerin etkisi daha da fazla sürüyormuş. Sosyal geri bildirimde de olumsuzu fark etmeye daha açıkmışız. İnsanlar bir duyguyu anlattıkça rahatlar ya, bunun da bir adı varmış. ‘Baca Temizliği.’ Anlata anlata içimizdeki kirlenmiş yerleri temizliyormuşuz. Biz de kafa şişirdiğimizi sanıyorduk. Meğersem iyi geliyormuş. Psikolojimizin de bir immune sistemi olduğunu bilmemiz ve unutmamamız da gerekiyor. O kadar çok densizin, kıskanç ve kötü niyetli insanların içinde bunu nasıl ayakta tutarız bilemiyorum. Son zamanların gözde sözü ‘Farkındalık’ , çokça karşımıza çıkıyor. Tadını çıkarmak hayatın, dibe daldığında farkına varıp çıkmak. Ruhun kirlendiğinde yeni öğrendim baca temizliği yapmak. Bir yeni tabir daha. “Zihinsel geviş getirmek.” Adından da belli olacağı gibi, tekrar, tekrar geçmişte canımızı sıkan olayları aklımıza getirmek. “Zaman konfetisi” hiç duydunuz mu? Benim anladığım şu; zamansızlık mutsuzluk yaratıyor. Bir şeylere yetememe duygusu. Boşuna yaşama hissi. Haklıyız da. Kendimize ait zaman ayarlayamayınca da robottan farklı olmuyoruz. Zaman bolluğu yaşayanlar daha mutlu oluyorlar. Ev ve işlerini özellikle yakın tutanlar, trafikte boğuşmayanlar daha mutlu. Ama onlarda eğer hak ettiği zamanı güzel kullanamaz ise mutsuz oluyor. Eline telefonu alıp saatlerce takılıyorsa, on dakika diye eline alıp, iki saatin geçtiğini görünce dinlenmekten çok hayal kırıklığı ve kendine öfkeye dönüşüyor. Gereksiz bölünmelerden kaçınmak gerekiyor. Instagramdan bildirim geliyor, oyundan can geliyor, ilgimizi çeken ama bize bir şey katmayan şeyler konfeti gibi ilgimizi çekiyor ve zamanımız gereksiz yere harcıyor.
Bu ay hassas bir kalp keşfim var. Tugut Uyar ve Tomris Uyar. “Ben Koşarım Aşağılara, Koşarım” Tomris Uyar ile Turgut Uyar üzerine söyleşi kitabından alıntı. (Sf. 15)
“Bir kere kolunu kırdı, bir kere kalçasını kırdı, yani ciddi kırıklardı hepsi. Hatta kemiklerine bile baktırdım, bir şeyi mi var, kalsiyum fazlası, eksiği…. Hiç bir şeyi yok. ‘Accident prone.’ Kazaya yatkın diye anılan kişilerden. Bu kişiler bir şey de çok iyi oldukları zaman, biraz daha iyisini yapamayacaklarsa bir yerlerini kırıyorlar. Ya da söz konusu kişi bir şeyden çekindikleri zaman, bir şeyle yüzleşmek istemedikleri zaman, başına bir şey getirtiyor. Ama bilerek değil tabi..”
YAD
Güzel günlerim vardı yağmurla ıslanan
Ve güzel gecelerim masallarla dopdolu.
Her şey, her şey güzeldi,
Gözyaşı, dünya, zaman,
Böğürtlen topladığım ıssız, tozlu köy yolu,
Güzel günlerim vardı yağmurla ıslanan.
Bu 1. dizesi YAD, yayınlanan ilk şiiri Turgut Uyar’ın ve tabi hissettiğiniz gibi hüzün kokusu var içinde.
Bu kadar hüzünden sonra hiperaktif Can Bonomo’ya geçmek istiyorum. Sen Adviye’yi nerden tanıyorsun gibi oldu ama, dün akşamdan beri dinliyorum. Storytel uygulamasında Aytuğ Akdoğan’nın hazırladığı ‘Kitabını Al gel’ podcastin de Can Bonomo’yu ağırlıyor. Aytuğ biraz melankolik ve hüzünlü ama Can sohbeti götürüyor. Nasıl bir kitap kurdu, annesinden aldığı alışkanlıklar ve neler neler. Bayıldım. ‘Goodreads’ uygulamasından söz etti ve sevdiği yazarların neler okuduğunu da görebiliyor olduğundan bahsetti. Sitem ettiği yazarı da anlatırken oldukça komikti.
Romain Gary, favori yazarlarından biri, Fransa’da her romancıya yalnızca bir kez verilen Goncourt ödülünü aldıktan sonra adını değiştirip Emile Ajar adıyla bir kez daha aynı ödülü alıyor ve o zaman ortaya çıkıyor ki aynı kişi 2 kez bu ödülü almış oluyor. Çok ciddi anlattım hiç keyifli olmadı bence. Eğer dinlerseniz onun şaşkın mimikleriyle nasıl sevimli anlattığını da duyabilirsiniz. Ona göre en güzel kitabı ‘Onca yoksulluk varken.’ Defalarca okumuş. Aytuğ Akdoğan da Şule Gürbüz, şair. ‘Coşkuyla Ölmek’ kitabından bahsetti. Ayrıca podcast de 10 bölüm var. Bunlardan biri de son zamanlarda izlemekten keyif aldığım ve çok güldüğüm Baturay Özdemir. Zamanınızı konfetisiz ama kaliteli geçirmek isterseniz diye tavsiyelerimdir. Kafamı keyfili ve bir o kadarda edebiyatla geçirince zihinsel geviş getirmiyorum. Böylece yeni öğrendiğim kelimeleri de cümlede kullanmış oldum. Herkese iyi bayramlar dilerim sevgiyle kalın.