Hayatınızın çerçevesini görebiliyor musunuz? Varlığınız hangi nakışlar ile çevrelenmiş bir sanatın içinde vuku buluyor? Sizin hak ettiğiniz hayatı yaşıyor musunuz?
Ne yaşamak istediğinizi bilerek ve isteyerek mi nefeslerinizi tüketiyorsunuz…
Hayat tükenmekten çok daha fazlası tanımlardan çok daha farklısıdır. İnsan ise hiçbir tanımın içinde hayat bulmak için değil keşfettikçe anlayışı artacak bir kul olarak bu dünyaya gönderilmemiş midir?
Bir mekanizmanın düzen ile harmanlanmış hali insan nasıl huzur verir? Hayatın düzelmesi halinde her şeyin akışta bulacak anlamı da bu gidişatın kendini bulduğu nokta değil midir
Niteliklerin kendi içinde olduğunu bilmeyen biri içerdiği özelliklerin ne kadar şükrünü eda edebilir…
İnsanın sadece tek bir yolu vardır. Oysa gerçeğinde sürekli ikili bir yaşamı idame ettirmeye çalışır
Ruhu ve bedeni aklı ve kalbi gözü ve anlayışı ona çok farklı yollar gösterir
Zıtlığın içinde en dipten en tepeye yükselen bir insanın yaşamı kabulden çok daha farklısıdır. Hayatın içindeki mucizeleri unutturan şeyler nelerdir? Bu çok boyutlu yaşanan hayatta neleri bekler ve neleri arkasında bırakabilir?
Çerçevenin ışıklı taraflarını gölgelerinde beliren suretleri bir insan ne kadar idrak ederek yaşayabilir?
Bir resmin içindeyken o resmi ne kadar gördüğünüzü düşünebilirsiniz?
Tüm boyalar sere serpe üzerinize fırlatılmış bir halde kendinizi bir zemin üzerinde sabitlediğiniz yerde bir sanat olduğunuzu anlamak için ne gereklidir?
Kendini anlatmayan bir tablonun anlattıkları nasıl anlaşılabilir? Üstelik çok boyutlu ve katmanlı bir sessizlik içindeyken?
Denizler kıyılar ile bütünleşip gövde ve ruh birbirine karışırken manzaradan geriye ne kalır? Bir rüzgârın elinde savrulan tüm sürüklenişler sanata düşünceye ve hayata feda edilebilir mi?
Her şeyin hâkimi olmadan hayatın her anı nasıl feda edilebilir? Hangi teslimiyet elden tutar da bir manzaranın içinde olduğunu size hatırlatabilir?
Göklerin ve yerlerin birleştiği o ufuk çizgisini görmek mümkün müdür? Geçmiş bir hayatın anılara bulaşan güzelliği içinde saklı haykırışı ne kadar duyulur ve ne kadar önem arz eder?
Seni sanat kabul eden sadece yaratıcın varken sanatta yok olmayı insan neden tercih eder?
Bir bitiş ne zaman kendi sanatından soyunarak kendi benliğine düşman kesilir? Her şeyin içinde biten şeylerin ellerinde şimdi yaşaran gözlerin bilgisini kim dinlemektedir?
Duymayan kulakların görmeyen gözlerin içinde kaç hayat hakkı saklıdır?
Her şeyin çatlama ve kırılma noktasında yaşama hakkının ellerinde kırıldığını kim insana hatırlatır?
En büyük şaşkınlıkların içinde hayrete mukabil kalan insana bu hayat ne anlatır? Sahi yaratılanların hayat hakkı yok mudur? Nefeslerini tüketen bir insanın hayat hakkını yaratıcıdan başka kim kontrol edebilir?
Her şeyi kontrol edebilme yanılgısı her şeyin sessizliğe gömüldüğü bir noktaya doğru sürüklenmektedir. Tüm hayatların ortasında olan bilgece bir sessizliktir.
Hayatta olanların en farklısı ve en yenisini yeniden yaratanı anlatmaktadır Kötü düşüncelerle örselenmiş bir sessizliklerin çok üstünde bilgece konuşur.
Sessizliğin görüntünün ve zamanın anlattıkları bir kader gölgesinde saklanır. İnsan kendi gerçeğine ansızın yakalanırsa o çukurda o boşlukta pörsümüş sesin kefensiz duruşlarında yeniden sebepler bulur, sebeplere sığınır, korkudan yırtılır.
Korkusu ve belki de bu zamansız varoluşu kendini yeniler bilinmeyenin ortasında insan ayağı değmeyen yerlerin avlusunda tüm bölgelere hayatın her köşesine musallat olur Belki de mecburdur. Ölüme mahkûm, nefessizliğinde boğuk, tıkanmışlıklara soğuk, kasırgalara mecburdur.
Ancak hayat ne tek bir anda ne de tek bir zamanda yaşanmaya mecburdur yalanların ortasında aranan bir gerçeklik asla insanın kabul etmesi gereken bir durum değildir.
Kendisini yaratıcısına emanet etmeden kendini açıklamaz… Tüm anlamların ötesindeki hakikati duyamaz…
Her gün yeniden doğmuş olmanın ve bu hayatın bir hediye olduğunun unutulmaması temennisiyle…