“Evet Yetim bakışlım” dedi ve ekledi: “Kaderin kapımı çaldığı gün nasibim senmişsin.”
Biz bu dünyaya, vefasız, geçici hana Hz. Adem (a.s.) ve Hz. Havva gibi nasibi ve kendisi apayrı yerlere sanki hiç bulunmasın gibi yollanmışlarız. Her sahifede ise vuslata ram için çölleri arşınlayıp kuma elek vuranlarız. Evet yetim bakışlım, zamana küsen gülşenim. Kırgın kalbiyle kızgın bakışların sahibi de. İçindeki buzdan kitleyi eritmeyen mihman.
“Biz bir kitap değiliz” demişti bu meczup. İlla anlaşılmak için ölmemize gerek yok. “Yaşarken anlaşılmak istiyorum” demişti. Bütün “yapamazsın” sayebanları altında herkese ve her şeye inat yapabilen bizler neden değer görmek için ölmeliyiz ki?
Ruhlarımız alafranga siluetlerin bakışlarında o hor, hakir, küçümseyici nazarların altında ruhumuzu neden sekerat kaplar ki?
Kuru ağacın düşen en çürük yaprağının bir eli kirli ayasının ilettiği tek damla bayat su kadar olamayan şu insancıkları neden, neden hep putlaştırdık ki?
Bu muydu geliş amacımız? Bu yüzden mi cehenneme girme olasılığını hiç bitmeyecek azabı tatma ihtimalini her şeye ve herkese rağmen göze alıp bu ipe sapa gelmez hayata geldik.
Bu kadar değersiz mi ki geliş amacımız yahut bu kadar değerli mi o alelade insancıkların lafügüzaf kelimemsi gürültüleri? Yahut bu kadar değerli mi o alelade insancıkların kelimemsi gürültüleri?
Hayır yetim bakışlım, asla ama asla bel büküp boğun eğmeyeceğim. Ruhu firavunlaşmış bu hadsizlere Musa olup had bildireceğim. Davamın nazenin bahçesine de bir günebakan edip seni ekeceğim…