Gün ağarıyordu. Evimde, kendi mahzenimde geçirdiğim günler birbirini tekrarlamaya devam ediyordu. Bugünümü farklı kılacak bir şeye ihtiyacım vardı. Bu düşünceyle birlikte kısa çaplı bir hayale dalmaya başladım fakat o sıra kapı çaldı. Tekrardan gerçek hayata döndüm. Geceden kalma bedenim yalpalayarak zorda olsa kapıya ulaştırdı beni. Uykulu gözlerimi ovuşturarak yavaşça kapıyı araladım. Kapıma, dikdörtgen şeklinde, büyük boyutlarda mavi bir paket bırakılmıştı. Paketi yerden almadan önce etrafıma bakındım ama kimseyi göremedim. Paketi aldığım gibi tekrar yatağıma geçtim. Paketin üstünde ki mavi ambalajı açtım, ardından kutusunu da kaldırdım. Bu kutunun içinde bir adet 48 Taş Devir Plak vardı. Yanında Zeki Müren, Müzeyyen Senar gibi sanatçıların plakları da konulmuştu. Bu plakları alıp incelemeye başladım ve kutunun en kuytu köşesinde duran notu fark edip elime aldım. Notta şöyle yazıyordu; “Zamanında bu plağı her yerde aramıştın fakat bulamamıştın. Geçenlerde bir yerde bu plağa denk geldim ve bunu alıp sana hediye etmek istedim. Beni yanlış anlama, niyetim geriye dönmek değil. Bizden artık olmaz bunu biliyorum çünkü bana kanın kurusa dahi geri dönmezsin. Bunun sebebi de tam anlamıyla bana aşıkken seni yarı yolda bıraktım. Haber dahi de vermemiştim. En azından şimdi hediyemi kabul et. Her şey için özür dilerim.“
Notu yazan kişi, kalbimin tüm perdelerini en derinden yırtan kişi olan son sevgilim Defne idi. Bu notu okuduktan sonra göğsümde onca zamandır duran yumru bir nebze de olsa bana nefes aldırttı. Elimde ki hediyeyi bir kenara bırakıp yatağıma uzandım ve düşünmeye başladım. Hayatım boyunca bazı gerçeklerle yaşamak zorundaydım. Gamzelerine söz dizdiğim, mükemmel bir oluşumun eşiğinde kendine hayran bırakan o insan, yaslandığı omzuma, kaldıramayacağı yükler bindirmişti. Şu an geri dönebilir miyim bilmiyorum. Bir çıkış yolu bulmalıydım ama aynı zamanda geçmişi de unutmamalıydım. Çevremden akıl almayı düşünsem de bu mantıklı olmazdı çünkü zamanında denedim. İnsanların onun hakkında yorum yaparken dudaklarında oluşan zorlama görülmeyecek gibi değildi. Bu canımı acıtıyordu, acımı anımsatıyordu…
Bu karmaşık düşüncelerden bir an olsun kurtulup, Defne’yi tam 1 yıl aradan sonra aradım. Ne konuşacağımı kafamda kurmamıştım, biraz telaşlı ve şaşkındım. Bu hediye mutluluğun en saf harmanlaşmış haliydi. O sırada tüm bunları düşünürken Defne çağrıma cevap verdi “Hiçbir şey söyleme, tüm her şeyi yüz yüze görüşelim. Tam 1 saat sonra Acıbadem parkına gel” dedi ve telefonu kapattı. Geçmek bilmeyen 1 saatin sonunda o parka gittim. Defne’yi uzaktan gördüm. Havalar soğuduğundan dolayı papatya desenli şirin bir kırmızı şapka takmıştı. Hızlı adımlarla ona doğru gidip yanına yaklaştım ve şapkayı beğendiğimi söyleyemeden bana sımsıkı sarıldı. Bu içimi ısıtan bir andı. Bir süre sarıldıktan sonra hesap soran gözlerle ona baktım. O da konuşmaya başladı;
“Biliyorum çok kızgınsın, belki de ilişkinin en güzel yerinde çekip gittim ve bunun nedenini dahi bilmiyorsun.”
Ona kızgın gözlerle baktım:
“Nedenini bilmek istemiyorum, çünkü sonucu canımı yaktı.”
Gözleri yaşlı bir şekilde gerçeği itiraf etti;
“Sen istemesen de yine de söyleyeceğim; Bu ilişkiye bitirme sebebim kalbime başkasının girmesiydi. Bunu sana böyle söylediğim için üzgünüm ve tüm yaşananlardan dolayı çok pişmanım.”
O an ruhumda oluşan zedelenmeyi tarif edemezdim. Beni yıpratan o cümleye karşılık vermiştim;
“Dostoyevski eşi Anna’ya; Unutma ki seni hep coşkuyla, tutkuyla sevdim, seni hiç aldatmadım, düşüncede bile.” demişti. Tıpkı benim gibi.
“Dinle beni.”
“Şimdi her şey daha net gözümde. Artık benim sana ihtiyacım yok. Sen yokken oluşacak o boşluğa ihtiyacım var. Benim için yokluğun, varlığından daha derin anlamlar içeriyor.”
“Yanlış bir duyguya kapılma. Barışmak için gelmedim, vicdanımı rahatlamak için geldim.”
“Vicdanın bir kere kirlenmiş, temize çıkacağını mı sanıyorsun? Bu kadar görüştüğümüz yeter. Artık seni görmek istemiyorum.”
“Lütfen bir şans ver.”
“İmkanı yok. Senin ihanetin bir kör kurşun gibi içimdeki organları, duygularımı kısacası bulunan her hücremi parçaladı. Bundan sonra ruhlarımız birbirini arzulasa da artık adımlarımız ters yöne gidecek.“
Elimde duran poşeti uzatarak ona hediyesini geri verdim ve oradan uzaklaştım. Telefonlarını da açmadım ve mesajlarına da cevap vermedim çünkü beni onca zaman değersiz hissettirdikten sonra artık yaptıklarının hiçbir önemi yoktu…
Bu vakitten sonra kendimi değersiz hissettiren herkesten uzak durdum. Bu tecrübe için bedel ödedim ve artık geriye dönmeye hiç niyetim yok. Var olan en güzel duygulardan biri olan aşkla baktığın insanların, var olan en kötü duygulardan biri olan nankörlükle onu inkar etmesi kadar kötü bir şey yoktur. Hislerimizi körelten bu insanlardan uzak durmak pek âlâ zor olsa da, onlardan vazgeçtiğimiz ilk vakit fark ediyoruz ki, bunca zamanı bir hiç uğruna tüketmişiz…