Günlerdir yoktu… Sanki şehre küsmüş, saklanıyordu bir yerlerde. Perde aralıklarından ne göz kırpıyordu ne de keskin bakışlarıyla uyandırmıyordu hiç kimseyi…
Bahçedeki güller boynunu bükmüş, güzellikleri solmaya başlamıştı bile. Meyveler büyümenin onsuz olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Olgunlaşmak, hatta daha lezzetli olmak… O olmadan asla olmazdı ki.
Tomurcuk meyveler, bu yüzden biraz kırılmışlardı, tam ihtiyaçları olduğu günlerde kendilerini yalnız bıraktığı için…
İlkokula yeni başlamış çocukların, piknik hevesleri de devamlı ertelenmişti; çünkü o yoktu. Hazırlanan piknik sepetleri evde bırakılmak zorunda kalmıştı. Ertelenen bir pikniğin sonrasındaki kargaşalığı en iyi öğretmenler bilirdi. 🙂
Evet anlamışsınızdır artık; Güneş’ten bahsettiğimi.
Samanyolu galaksinin milyonlarca yıldızından biri, bizim sistemimizin de tek yıldızı; Güneş.
Sekiz gezegen ve pek çok gök cismi, Güneş etrafında dolanır. Her birinin kendi yörüngesi dolanma hızı ve dolanma süresi vardır.
Güneş, sistemindeki tüm gezegenlerin ana yıldızıdır. Bir bakıma onlara analık yapar. Diğer yıldızlara göre orta büyüklükte bir yıldız olan güneş, bizim için elbette çok büyüktür.
Güneş’in içine 1 milyon tane dünya sığdığını biliyor muydunuz?
Güneşi futbol topuna benzetirsek, dünyayı da yarım pirinç tanesine benzetebiliriz.
Yıldızlar sıcaklık ve parlaklıklarına göre Hertzsprung-Russell diyagramı ile sınıflandırılır. Bu modele uyan yıldızlar ana kolu oluşturur. Ana kolun tam ortasında yer alan güneş, yaşamının en verimli dönemindedir. Güneş; yaşamının ilk zamanına göre %75 daha parlaktır. Sahip olduğu helyum ve hidrojen oranına göre yaşamının yarısında sayılır. Ana koldan uzaklaşınca daha büyüyecek daha parlak ama daha soğuk hale gelecektir. Kırmızı dev haline geldiğinde parlaklığı da şimdikinden birkaç bin kat fazla olacaktır.
Güneş, sabit değildir kendi ekseni etrafında da döner. Yapısındaki güneş lekeleri bunun kanıtıdır.
Güneşin dünyaya uzaklığı yaklaşık 150 milyon kilometredir.
Bu kadar uzaklıkta olup hayatımızın tam ortasında olması, onsuz bir hayatın düşünülememesi çok garip değil mi?
Bir kaç sezonluk dizilerde güneşin olmadığı ya da güneşin ışınlarının ulaşmadığı bir dünya düzeni sunuluyor. Güneş ışınlarının olmadığı, bitkilerin ve hayvanların farklılaştığı, toprağın verimsiz hale geldiği bir dünya düzeneği…
Yazarken bile insana çok itici ve kötü geliyor. Seyrederken insanın tüyleri diken diken oluyor.
Yapay bitki tarlaları, suni yiyecekler, köleleşmiş insanlık ve birkaç dünyayı yöneten lider…
Güneş, hayatımız da yaşam kaynağı olduğu kadar sanatın da her alanın da birinci sırada yer almıştır.
Birçok sanatçı yazılarında, sözlerinde, şiirlerinde, resimlerinde güneşi mutlaka kullanmıştır. Mecazi ya da gerçekçi anlamıyla tüm sanat eserlerin de güneş “kadimden bu yana” hep yerini korumuştur.
“Sevdiğiniz insanların sevgisini hissetmek, hayatımızı besleyen güneş gibidir.” (Pablo Neruda)
Hazret-i Mevlânâ “Şefkat ü merhamette güneş gibi ol! Başkalarının kusurlarını örtmekte gece gibi ol! Sehâvet ü cömertlikte akarsu gibi ol!” der.
Şarkıların, tabloların, notaların, şiirlerin tüm sanatın kaynağında onun sıcaklığı hissedilir. Tüm renkler güneş ışınlarının kırılmasıyla açığa çıkar.
Kısacası hayatımızın rengi, Güneş’tir.
Bu günden itibaren başımızı yukarı kaldırdığımızda ona daha farklı bakalım. Hatta gülümseyelim. Çok yakın dost gibi selam çakıp güne öyle başlayalım…
Ne dersiniz?