Korkunç bir günün ardından…
“Nihayet bütün yaşadıklarım çok uzaklarda kaldı. Bu yaşıma gelene kadar acaba olaylar daha farklı gelişebilir miydi diye defalarca düşünmüşümdür üzerinde. Artık çok genç değilim, yaşlı da sayılmam. Biliyor musunuz şaşılacak şey ama herkes benim hayatımı ne kadar da merak edermiş. Oysa, o güne, o korkunç güne kadar ne huzurlu ve sıradan bir hayatımız varmış meğer. Bir kitapta okumuştum, diyordu ki; ‘Biri gelir, bir şey olur, kaos ve sonrasında denge yeniden kurulur.’ Ama bizim hikayemizde hiç de öyle olmadı.
Akşam üstü saatleriydi. Hiç tanımadığım, elinde tüfeği olan bir adam bizim eve geldi ve kapıdan girdiği anda onunla birlikte sanki soğuk bir rüzgar da ona eşlik etti. O kadar uzun ve heybetliydi ki odamız onun girişi ile birlikte küçülmüş gibiydi. Elindeki tüfeği masanın kenarına dayayıp sandalyelerden birine oturdu. Zavallı ben, henüz on yaşlarında çelimsiz bir çocuk, bu kadar iri yapılı bir adamın yanında nasıl da olduğumdan daha da küçük görünüyordum kim bilir. Annem ve babam bile -ki aslında onlar iri yapılı sayılabilirlerdi- yeni gelen adamın yanında küçücük kalıyorlardı. Adam yakışıklıydı yakışıklı olmasına ama gözlerinde, o gri ve soğuk gözlerinde, karşısındaki korkutan buz gibi bir ifade vardı. Sırayla hepimizin üzerinde gezdirdi o kurşuni bakışlarını. Sonra pencerenin yanında duran ablama ilişti gözleri. Yüzüne korkutucu bir gülümseme yayıldı. Annemin ablamı korumak istercesine onun yanına yürüdüğünü ve saklamak istercesine arkasına doğru ittirdiğini gördüm. Babam başını yerden hiç kaldırmıyor ve sanki sessizce olacakları bekliyordu. Babamın bu halini yadırgamıştım. Genelde o konuşurdu evimizde. Annemin yerine de, bizlerin yerine de. Bu adam neden susturmuştu onu? ‘Garip, çok garip…’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Odamız giderek soğuyor ve korkuyla birlikte bütün vücudum buz kesiyordu. Çok iyi hatırlıyorum. Annemin bana bakan gözlerinde derin bir endişe fark ediyordum. O anda anlamıştım. Annem ve babam bu adamı tanıyorlardı ve adam bizden bir şey istemeye gelmişti. Ablama baktım. Galiba o da biliyordu Bir tek bilmeyen ben miyim diye düşündüm. Evet, bir tek bilmeyen bendim. Zavallı ben, ya da zavallı ablam mı demeliydim? Güneş ışıkları ağır ağır kaybolurken, odaya ortamı daha da karartan havada nefes almaya çalışıyorduk. Bir şey yapmalıydım. Bir şey ama ne? Kararımı verdim ve adamın bir kenara dayadığı tüfeğe doğru yürümeye başladım. Bir şey olacaktı, kesindi ve bunu sadece ben durdurabilirdim. Nasıl da sakindim. Ellerim buz gibiydi ayaklarım da. Gözlerimi tüfeğe dikmiş sadece iki adım kaldığını düşünüyordum.
Nihayet! Tüfek artık benim elimdeydi. Nasıl bastım tetiğe ve adam nasıl yuvarlandı anımsamıyorum bile. Sadece annemin ellerini başına doğru götürürken ağzından bir çığlık çıktığını, babamın yüksek sesle güldüğünü ve ablamın boş bir çuval gibi yere yığıldığını gördüm. Sonrası mı? Çok açık değil mi? Biri geldi, bir şey oldu. Kaosu yaşadık. Dibine kadar. Düzen yeniden kuruldu mu? Bilmiyorum. Bütün bunlar niye yaşandı derseniz onu da bilmiyorum. Ölmesi gerekiyordu galiba ve öldü. Ben bu olayı içimde bir yerlerde hep bir düğüm gibi yaşadım mı? Yaşadım. Devamını anlatamam, yani şimdilik anlatamam. Belki bir başka gün, bir başka zamanda…”