Sevinince “Allah” deriz. Şaşırınca Allah Allah… Sinirlenince FesupanAllah! Bir şey olsun isteriz, İnşallah. Kendimize güveniriz, EvelAllah. Bir işe niyet ederiz Bismillah… Velhasıl Allah kelamı her an aklımızda ve dilimizdedir.
Çoğu zaman bilinçsiz bir şekilde kullanırız yüce Rabbimizin ismini, yani alışkanlıktan. Peki, bir şey yürekte yer almadan sadece akılda var olup dile hükmedebilir mi? Elbette ki hayır! Yani mevzu bahis olan yüce Rabbin Esmaül Hüsna’da da ilk sırada yer alan ve daha bebekken bildiğimiz, duyduğumuz, öğrendiğimiz; büyürken merak ettiğimiz, sorduğumuz; büyüyünce de yalvarıp yardım dilediğimiz o muhteşem ismi! O, göremediğimiz, duyamadığımız ama gölgesine sığındığımız… O, var olan her şeyde varlığını da kavramaya çalıştığımız. O, yarattığı muhteşem güzelliklere bakarken bile adını andığımız. Evet O, Allah! Varlığından şüphe duyanlara bile adını belleten Allah! “Teşbihte hata olmaz.” derler. İşte Allah isminde bir efsun var, bir keramet yani. Hem de öyle bir keramet ki sadece Allah diyerek bile huzur bulabiliyor insan, içinin derdini o bir kelimeyle başka hiçbir şey söylemeksizin tüm kainata haykırabiliyor. Bir nefes, bir soluk ihtiyacı olduğunda o isme sığınıyor. İster sevinçten ağlasın ister üzüntüden insan “Allah’ım” diye ağlıyor. Bazen şükrediyor, bazen dua, çoğu zaman da dert yanıyor ve işin en güzel kısmı onu duyan birisi olduğunu biliyor ve öylece rahatlıyor, çünkü koca evrende görüşüp görüşebileceği en üst makama başvuruyor. Böyle bir mutluluk, böyle bir huzur, böyle bir rahatlama ve belki de en önemlisi böyle bir güvenlik hissiyatını insana başka kim ya da ne verebilir ki? İşte efsundan kasıt yalnızca ve yalnızca bu.
Anlatmaya ne dil ne de kalem kafi ancak bilene Allah yeter illaki…