Yalan değil,
İsmini koyamadığım duyguları bir avazda doğurduğum.
Gemisi batmış kaptan gibi yüzüm yerde şimdi.
Limana dönmeye de mecalim yok dönmemeye de,
Ruh pervane cisim süvari us serseri,
Derdi büyüktü çocuğun, elleri küçük,
Öpse yağmur avuçlarından,
Kabarmış bulutları bekliyor masum yüzü, öylece gökte.
Köşkün duvarları kafatasıyla örülü,
Diz kapağından kapı tokmağı, pencere yok.
Göz oyuntularından seyretti çocuk ölümsüzler mezarlığını,
Küpesi yanmamıştı annesinin, dudaksız dili anlatıyordu.
Bir kapı tıklat bir dua ezberle ve yut çığlığını.
Yalan değil,
Nefesimi solumuyorum bazen.
Peki, nabzım atıyor diye canlı mıyım?
Kum gibi sessizim ağaç kadar hisli,
Evliya tepesindeki son mutluluk pozumdu,
Hatırlamıyorsam o anı, suç benim mi?
Yokuş yukarı rüzgâr olurdu küheylanlar,
Akrepler zehirledi o soylu atları ve buna rağmen,
Yalan değil yaşayanların yasını tuttuğum,
Henüz bir ceninken duvarı aşmaya meylettim,
Devinmeden önce şiire isyankarlığım.
Yalan değil,
Bazen efeleniyorum salyangozlara karşı.
Söylesene Hira! Ne kadar dipteyim?
Topraktım, ağladım çamur mu oldum?
Fener mi söndü? Fenerci mi kör oldu?
Kervancı başı şimal yıldızına neden inandı?
Balığın ağlara dolaşmadan suya kanması rüya mı?
Çaydanlık da ağlar mı tiryakisi ölünce?
Göğsümü yarıp bak,
Bir kalp ne kadar gebe olabilirse o kadar annesiyim derdimin.
Fakat, hikâye miydi milimetrik hesapların pençesinden azat olmak,
Anlıyorum,
Ezberlenmiş birkaç satırdı yaşamak.