– Yaşamaya sil baştan başlasaydım eğer… eski yanlışlarımı oturup da saymazdım senin gibi. Neden sürekli bir şeyler itham etmek uğruna zamanımı harcayayım?
– Selen, bunu düşünürken aklından ne geçti gerçekten?
Etrafına dalgın ve düşünceli gözlerle baktı. Düşüncesini taşımadığı tek bir yer bile yoktu. Kuru dalların arasında, yeşilliklerin ortasında bu yolculuğa çıkarak tüm güzelliği bitiriyordu. Zaten yaşadıkça ölüyor olmasından daha büyük bir gerçek yoktu ve bu gerçek, güzelliklerle ilgilenmesini anlamsız kılıyordu. Zamanın tüm gerçekleri kendini ortamlarda yok ederken, mekân onu yeniliklerle yüzleştirerek kuşatabiliyor muydu?
– Öyle değil mi ama? Kendine kızdığın veya uyardığın, daima otokontrolü elinden bırakmadığın, anları üreterek ve yaşayarak geçirdiğini düşünsene. Her an kendi önemine kavuştuğunda güzelleşecek manzaraları ve zenginleşecek hatıraları hesaba katarak hayal et…
– Çok havai fikirler bunlar. Biraz gerçekle yüzleşmelisin. Dünya bir sona doğru gidiyor ve sen de içindesin.
– Hayal kurmayı unuttuğunun farkında mısın? Her an hayata biçtiğin değeri artırabilecekken, bize sunulmuş bu imkânı neden reddederek yaşıyorsun?
Tamam, peki sen neyi farklı yapardın? Yapabilir miydin… İnsan bir kader üzerine dünyaya gelir ve onu yaşar gider. Bu fikri çürütebilecek farklı bir önerin var mı?
– Mesela… Kusursuz olmaya çalışmaz ve rahatça yaşardım. Neşeli ve coşkulu olarak mutluluğu ciddiyetle yaşardım. Bolca riske girer, uzun yolculuklarla bu dünyada görmediğim yer bırakmaz, risk alır, tecrübe kazanırdım.
Bu dünyanın benim için yaratılan bir fırsatlar deryası olduğunu unutmadan, gün doğumunu yakalayıp, dağlara çıkıp, deniz ve ırmaklarda vakit geçirmenin keyfini daha çok çıkarırdım. Hiç bilmediğim yerlere gidebildiğim kadar gider, doyasıya dünya lezzetlerinin damağımda hoş bir tat bırakmasına izin verir ve hayatımı lezzetlendirirdim. Böyle bir şansın içinde olsaydım sahici dertlerin içinde yaşamı kollayarak düşlerin içinde kaybolmazdım.
– Her şeyi kontrol edebildiğin bir dünya mı istiyorsun yani? Tüm anların farkında olarak yaşamak, her şeyin hakkını vermek adına bolca hırpalanmak, hayatı acısıyla mutluluğuyla kabul etmek ve her türlü sorumluluğunu kabul etmek… Gerçekten bu mu istediğin? Sen sadece ömrün boyunca her saniyesini verimli kılmaya çalışan insanlardan birisin.
– Gerçeğimin düşüncemdeki zenginliği köreltmeye hakkı yok. Üstelik zaten aynı anlara geri döneceksem, yalnızca iyi, güzel ve mutlu anlara gitme hakkımın da olacağını düşünüyorum. Ki zaten bu anlar az ve değerli.
– Hâlâ farkında değilsin. Ama artık öğrenmelisin. Yaşam anlardan oluşur. Sadece anlardan. Biz “Şimdi”yi yakalamak ile mükellef insanlarız.
– Selen, aynı pencereden baktığımıza emin misin? Ben geçmişi zenginleştirerek de ilerlemenin mümkün olduğunu söylüyorum. Sen ise bu an için tüm geçmiş hayatı çöpe atmayı tercih ediyorsun.
– Fark ettiğinde diyorum… Yaşadığın tüm anları fark ettiğinde hiç mi değiştireceğin bir şey olmaz?
– Yanında termometresi, bir şişe suyu, şemsiyesi olmadan hareket bile etmeyen bir insandım ben. Ama yeniden başlayabilseydim eğer, yüksüz, iyice hafiflemiş olarak yolculuklara çıkardım. Bilinmeyen yolları tercih ederek hayatı keşfederek, günışığının farkına varıp çocuklarla oynayarak… Ama geçmiş adına konuşmanın mantıksızlığını biliyorum… Ve ne çare ki bunlar sadece zihnin yükleri olarak kalıyor bana. Ama yine de…
– Yine de?
– Aynı sokakları kaç farklı gözle adımlayabilirsin… Farklı bir bakış açısına kaç mevsim sonra ulaşır ve her anın tadını çıkarmayı kendine hediye edebilirsin ki…
– Sence biz içimizde neden bir hayret duygusu taşıyoruz? Dünyaya ilk geldiğimiz günden itibaren o yıllardaki hayranlığınızı tüm hayat boyu koruyabildiğinizi düşünebiliyor musun?
– Hayat, iyi veya kötü başımıza gelen tüm olaylara rağmen tabiatın o özel mevcudiyetini korumayı başarmıştır. Çünkü tabiat, insanın kimliğine bürünür. Ve onun kimliğinden, onun dilinden her insanla ayrı ayrı konuşur. Her bahar yenilenen renklere ve biçimlere yeniden bakarak tabiatı dinlemeyi denediğinde, hayatın nasıl farklılaşır sence?
– Hayata öğrenmek için baktığında neler değiştiğini fark edebiliyor musun? Biz her nefeste yenilenerek yaşarken, çiçeklere can suyu olan bahçeleri donatarak her bir bitkiye nefes olan yaprakların fotosentezi, nefes alıp vermesi değil midir?
Her farklı bitkinin yaprakları kendi arasında kendine has geliştirdikleri özellikler mevcuttur. Geniş yaprakların ana damarlarının yaprak yüzeyinde birbirlerinden uzak olması, küçük yapraklardaki ana damarların ise yaprak yüzeyinde birbirlerine çok yakın olduğu, neredeyse üst üste yerleştiği görülmüştür. Bu kadar ince nakış nakış işlenmiş bir tabiat karşısında biz yeryüzü misafiri olarak tabiattan neler öğrenebiliriz sence?
– Tabiatın karamsar olduğuna hiç şahit oldun mu? Bozulması, tahrip olması, küstahça müdahalelere maruz kalmasına rağmen küstüğüne ya da darıldığına şahit oldun mu? Her an yeniden başladığımız bu hayatta, zerrelerimizle hep yeniden doğuyor, nefesimizi tazeliyor ve bu dünya sanatına yeniden tanık oluyoruz.
– Ancak sence ne kadar başımızı kaldırıp gökyüzüne bakabiliyoruz ki? Hayattaki sonsuzluğun sırlarına ayıracak vaktin oluyor mu? Gökyüzünü izlemekten, tabiatı okumaktan zevk alıyor musun?
– Bir hayatına dönüp baksana, dünyada milyonlarca hayat yeniden can buluyorken, biz kendi hayatımıza körleşip görünmez hayatların içinde kendi ışıklarımızla parladığımızı zannediyoruz. Tüm şehri elektrik ışığına boğarken, ayın vefakâr, samimi varlığını, olgunluğunu ve hiçbir şey olmamış gibi yüzümüze güldüğünü unutuyoruz.
Bu hayat, tabiat insana sunulmuş bir hediye iken biz fark etmeyi değil es geçmeyi tercih ediyoruz. Tabiat fıtratını asla bozmuyor. Ya biz? Fıtratımızı hangi unutkanlıkta yitiriyor ve huzura uzaklaşıyoruz? Hayata teslim olmayı, hayattan vazgeçen bir şuurla idrak etmek ne kadar mümkündür?
– Haklısın, günlerin içinde havanda dövüp öldürdüğümüz pek çok şey oluyor. Ancak olduğun gibi dosdoğru olup ‘’Elif’’ gibi dimdik duruşumuzla bu hayatta insaniyetimizi yaşatabiliyor musun?
– Baharın geldiğini müjdeleyen, kuşların cıvıltılarını en son ne zaman duyup ne zaman hakiki manâda dinledin? İbret alınacak, mutlu edecek bir ton hediyenin içinde olduğunuzu en son ne zaman düşündün?
Zaman zamanı konuşurken akıp gitmişti. Yine anda değil, sadece sorgudaydı. Akletmenin mecburi sınırları eline geçtiğinden beri düşünmenin yükünü ağırlaştırıyordu. Oysa kendisine yük gibi gelen bu düşüncesi onun aynı zamanda bir lezzet kaynağı da elde etmesini sağlıyordu.
Tabiatta, dünyada ve hatta evrende hiçbir şey abes, manasız veya faydasız değildir. Oysa biz tabiatın fıtratını bozgun bir suçluluk ile yaftalıyor ve görmezden geliyoruz.
Faili meçhul vuruşların arasından nasıl sıyrılacaksınız? Tabiat düzeninin işleyişini ve direnişini okumaya var mısınız?
Tabiata kulak verdiğinizde çıkacak seslerin müthiş tablosunu keşfetmek için her gün bahşedilen oldukça geniş bir zamanın içindeyiz. Muhteşem incelikleri ve tasvirleriyle bu sanat dolu kâinat kitabını yeniden her gün, ilk nazarın hayretiyle okuyabilir, bu gelip geçici dünyada kalıcı güzellikler nakşedebilirsiniz. Ki hayatı mükemmel yapan intizam, her şeyin fıtratına uygun bir sanat icra etmesi değil midir? Düşüncelerini tefekküre döndürdükçe hatırlıyorlardı. Her an yeniden bir sanat oluşturan dünyayı ve sanatkârı, sanata dönen nakışları ve hayata damlayan renk cümbüşlerini… yeniden idrak ediyorlardı.
Bir ikindi muştusu içinde yağmur çiselemeye başladı. Etrafı saran toprak kokusunu duyumsadıkça huzurun aslında içinde olduklarını deneyimledi. Şimdi onlar bir an yerine bast-ı zaman bir vakti tecrübe ediyor ve bu dünyaya bir kat derin bir boyut daha ekliyorlardı. Ve hayat zaten anlara biçtiğimiz değer ve yorumlardan ibaret değil miydi?