Gençlik yıllarında kuliste otururken hayıflanıp durursun. “Elimden geleni yaptığım halde, neden sahnede rol alamıyorum?” diye dövünürsün. “Neden sevdiğim mesleği yapamıyorum?” dersin, yaptığın işi beğenmeyip küçümsersin. “Ben bu kadar eğitimi bunun için mi aldım?” diye sorarsın. Hayatın sürekli şikâyet etmek ve sızlanmakla geçer. Sana göre iyi işlerde çalışanlar torpillidir. Kendi başarı kriterlerine göre istediğin düzeye gelmemişsen hayata küsersin. Ya tüm haksızlıkların başına geldiğini düşünerek başkalarını ya da yeterli potansiyelin olmadığını ve beceriksiz olduğunu zannederek kendini suçlarsın.
Oysa bilmezsin ki doğuştan muhteşem bir potansiyelle dünyaya geldiğini, ana baban, öğretmenlerin, arkadaşların, meslektaşların, işverenin, otorite ve uzman konumundaki kişiler ve toplum tarafından kalıba döküldüğünü. Dünyadan haberinin pek olmadığı bu dönemde, kulisten sahneye çıkıp başrolü almak için ‘Godot’yu Bekler’ gibi bir kurtarıcıdan yardım beklersin. Buna o kadar odaklanırsın ki hayat beklediğin kişiyi karşına çıkarır. Sen gençken yolun, hayatın zorluklarına göğüs germiş, tecrübeli ve kariyer yapmış bir insanla kesişir. Yıllardır özlemle beklediğin başrolü onun sayesinde kapacağını sanırsın. Tecrübesiz olduğun için adeta bir ağabey ve hoca olarak benimsediğin bu kişiden el alıp spotların altında sahnenin önüne çıkacağın günün hayalini kurarsın. Gerçekten sana ağabeylik yapan hocan, karşısında senin gibi bilgiye aç ve hayatı tanımayan bir öğrenciyi bulunca aktarım yapmaya başlar. Popüler tabirle yaşam koçun haline gelir. Kendini başarısızlık ve hayal kırıklığına uğradığın için o kadar yetersiz görürsün ki, hoca olarak seçtiğin kişiye günlük yaşamınla ilgili en ufak kararları bile danışır hale gelirsin. Başlangıçta bir ağabey-kardeş veya hoca-talebe olarak görünen bu eğitim süreci, kendi tavrın yüzünden bir bağımlılık ilişkisine dönüşür. Seni yetiştiren kişiye aynı zamanda minnet de duyarsın. Tam bir itaat ve teslimiyetle hocanın ağzından çıkan her sözcüğü ve her bilgiyi gerçek sanırsın. Hiç hata yapabileceğini düşünmediğin için farkında olmadan yücelttiğin bu kişiyi bir ilah konumuna getirirsin. Hocan da doğal olarak senden aldığını sana yansıtarak, büyüklenmeci tavırlar takınarak her insanın doğasında var olan zaafı açığa çıkartır ve kendini dünyanın merkezi olarak görebilir. Sen, aldığın eğitimden ziyade, sana ders veren hocayı taklit etmeye ve onun gibi davranmaya başlarsın. Artık kendi kişiliğinden taviz verirsin ve bir süre sonra kendini bile tanıyamaz hale gelip yabancılaşırsın. Doğallığını tamamen yitirip sana ait olmayan bir kimliğe bürünerek sahte biri olursun. Böyle yaparak başarılı olacağını sanırsın.
Sonra bir gün kuliste heyecanla sıranın gelmesini beklerken, seni iterek sahneye atarlar. Tüm seyircilerin bakışları senin üzerindedir. Kalp atışların hızlanır ve nefes alışların sıklaşır. Vücudunda başlayan bir yanma duygusuyla tepeden tırnağa ter içinde kalırsın. Seyirciye bakıp rolünü oynamak istersin; sahnede senden başka kimse yoktur. Rolünü yapmak için büyük bir gayret sarf edersin, ancak ağzından tek bir kelime bile çıkmaz ve olduğun yerde donakalırsın. Hiçbir şey elinden gelmediği için seyirci sıkılmıştır bile. Önce ıslıklar başlar, sen boş boş bakarak olan biteni anlamaya çalışırsın. Ardından herkesin sabrı tükenir ve seni yuhalar. Son anda durumu kurtarmak için zihnini zorlarsın. Ama tamamen bir boşluk içinde olduğundan ve öğrendiklerinden en ufak bir kırıntı bile aklına gelmediğinden, işe yaramaz. Seni sahneye atanlar, kollarından tuttukları gibi kulise alırlar. Tekrar kulise düştüğün için büyük bir hüzün yaşayarak acı çekersin. “Ne kadar talihsizim, aptalım” gibi etiketler takarsın kendine. Sonra yakıcı duygularından arınıp düşünmeye başladıkça, ilk deneyiminin sana kazandırdıklarıyla nerede hata yaptığını sorgularsın. Aslında hoca-talebe ilişkisini abarttığını, hocanı kendi üzerinde görüp yücelttiğini, öğretileni etraflıca düşünmeden kabul ettiğini, hocanın kişiliğine özenip onun kötü bir kopyası olduğunu yavaş yavaş anlarsın.
Kuliste oturup başrolün için hazırlık yapmaya ve tecrübe kazanmaya başladığın dönemde, iyi niyetle kendini çevrende ispatlayarak başrolü elde edeceğini düşünürsün. Bu yüzden, başrolü oynayabilecek seviyeye gelip gelmediğini anlamak için çevrendekilere iyi davranıp onay almaya çalışırsın. Bu da, bir süre sonra seni tıpkı hocanla kurduğun ilişkideki gibi bağımlı konumuna sokar. Çünkü ilişkilerinde sorun çıkmaması ve bozulmaması için, başkaları sana hatalı davranışlarda bulunsalar, haksızlık yapsalar bile alttan alan ve kendini ifade etmekten kaçınan taraf olursun. Hep yapıcı bir biçimde davrandığın için onaylama hakkı tanıdığın kişiler sana istediklerini yaptırabilirler. O kadar iyi davranma gösterisi yaptığın halde, yıllarının başrolü beklemekle geçtiğini fark edersin. Bu kez ifade edemediklerinden dolayı biriken öfkeyi diğer insanlara yöneltmeye ve başrolü alamadığın için onları suçlamaya başlarsın. Öfkenin düşmanlığa dönüşmesiyle çevrendekilere yıkıcı davranarak intikam alacağını ve her şeyi düzeltip sahneye çıkacağını sanırsın. Sonuçta, öfke duygularınla tepki verince diğer insanlardan da aynı şekilde karşılık görürsün. Böyle yaparak yine istediğin rolü elde edemezsin ve sonuç hayal kırıklığı ve umutsuzluktur. Dışa odaklı bir yaklaşımla gayret gösterdiğin için, yine başkalarını suçlayarak kendi koşullanmalarını ve kalıplarını öğrenemezsin.
Kendine yeni bir sayfa açmak için içe odaklanarak tefekkürle bir dönem geçirmeye karar verirsin. İnsanları gözlemleyerek, okuyarak ve yeni yerler görerek yaşadığın günlerde, ilişkilerini hiç kimseyi yargılamadan yüzeysel tutarsın. Yaptığın hataları, kendinle baş başa kaldıkça ortaya çıkarırsın. Kuliste kaldığın dönemlerde, sürekli geçmişi irdeleyip hata aradığının ya da geleceğe gidip karamsar bir tablo çizdiğinin farkına varırsın. Geçmişte takılı kalarak suçluluk ve pişmanlık, geleceği hayal ederek endişe duyarsın. Bu yüzden sürekli olumsuz duygularla şimdiki zamanı yaşayamadığın için kör olursun ve işin püf noktasını kaçırırsın. Ânı yaşamak için kendini nehrin üzerinde akıntıyla sürüklenen bir salda giderken hayal edebilirsin. Hangi kıyıya çıkacağını düşünerek yolculuğu kendine zehir etmek yerine, varacağın her yere razı olarak bu yolculuğu kendini tanıma ve hayatı öğrenme fırsatı olarak görebilirsin. Tüm bu çalışmaların sonunda öğrendiklerin, senin daha çok ânda kalmanı sağlayarak, içinde kodlanmış özelliklerini açığa çıkararak gerçekleri görmeni sağlayabilir. Kuliste bekleme odasında otururken kazandığın bu yeni içgörülerle kendini koltuğuna bağladığın zincirleri görürsün. Birincisi, hiç kimse senin ustan, hocan, öğretmenin ya da kurtarıcın değildir. Bu süreçte girdiğin hakikat yolunda “O’ndan başkası mevcut değildir” ve gördüğün her şeyin O’ndan yansımalar olduğunu bilerek Teklik bilincine kavuşursun. Bu sayede, bir insanı hoca ya da kurtarıcı olarak görmenin ve seni hayata kazandıracağını sanmanın büyük bir yanılgı ve tutsaklık olduğunu geç kalmadan anlarsın. Sadece sana sistemin sunduğu tüm kaynaklardan –canlı ve cansız varlıklar– ders alırsın. Artık karşına çıkan insanların zihinlerini bir çiçek olarak görüp her zihinden bal alır ve kendi bilgilerinle birleştirerek pratikte kullanırsın. Böylece, tüm hayatın ve içindeki her birimin birer eğitmen olduğu farkındalığını kazanırsın. İkincisi, başarı tutkunun seni mahvettiğini ve oturduğun koltuğa zincirlediğini fark edersin. Çünkü başarı, göreceli bir kavramdır ve tanımlanamayacak kadar belirsizdir. Bu tutkun seni bugüne kadar gösterdiğin gelişmeye değil, elde edemediklerine odaklanmaya teşvik eder ve ândan kopmana neden olur. Üçüncüsü, sahnedeki seyircilere gereğinden fazla değer vererek gözünde büyütürsün. Onları eğlendirmek, büyülemek ve alkış almanın kendi değerini hissettireceği gibi bir kalıplaşmış düşünceyle sahneye ilk çıktığında neden çakılı kaldığını çözümlersin. Çünkü kendin için değil, başkaları için rol yapmayı tercih etmişsindir.
Yeterli içe kapanma ve tefekkür sonunda kendi yaşam amacını bulunca dördüncü zincirin olan başkalarından yardım alma sorununu giderebilirsin. Aslında yıllardır kuliste oturmayı sen seçmişsindir. Kaybettiğini sandığın yıllara artık üzülmeyip tebessüm edersin. Geçici körlüğün ortadan kalktığı için perdeyi kimsenin tutmadığını görürsün. Perdeyi açıp sahneye çıkarsın. Başrol senindir ve tüm seyirciler çıt çıkarmadan rolünü beklemektedir. Ânı yaşamayı ve akışa bırakmayı biraz öğrendiğin için sahne heyecanın da olsa rolünü oynarsın. Seyircileri çokluk yerine teklik olarak görerek bütünün anlamlı bir parçası olduğunu hisseder ve hiçliğe varırsın. Bundan sonra tüm sahne senindir, perde arkasında kaldığın hazırlık dönemi bitmiştir. Sahneye çıkarsın, seni ister seyretsinler ister seyretmesinler, sadece kendin için oynarsın.