Cehennem acı çektiğimiz yer değildir, acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir. (Hallac-ı Mansur)
Cehennemin tanımını Hallac-ı Mansur böyle yapmış. Peki ya cennetin tanımını yapan var mı?
Cennet, bana göre mutlu, huzurlu ve güvende hissettiğimiz yerdir. Yani aslında cennet de cehennem de bu dünyadadır ve her şeyin zıddıyla var olduğu bu alemin içinde biz ölümlüler de arafta gibiyiz. Yani bazen cennette, bazen de cehennemde yaşarız. Başka bir deyişle, bazen cenneti yaşarız, bazen de cehennemi… Kabul, hoş bir yazı olmadı belki, bu belki de biraz ürkütücü ve haddi aşan bir tarzda. Çünkü kimse cehennem kelimesinden hoşlanmaz, zannımca. Zaten sıradan bir insan olarak bu tür derin mevzulara girmek belki benim de haddim değil, ancak ben cenneti ve cehennemi birer metafor olarak kullandım bu yazıda. Basit bir örnek verecek olursam, bir kaplumbağanın ortalama üç yüz yıl yaşadığı, bir papağanın ise -iyi bakılırsa- otuz yıl yaşadığı ve bunlara kıyasla insan ömrünün pek de uzun olmadığı bu dünyada cenneti de cehennemi de yaşamak biraz bize bağlı gibi. Verilen ömrün kıymetini bilmek ve ona göre davranmak, yani. Amacım dini anlamda cenneti ve cehennemi tasvir etmek değil, uzun lafın kısası…
Cenneti ve cehennemi dünya üzerinde henüz canlıyken kendimize yaşatmak benim kastım. İnsan ne düşünürse onu yaşar çünkü. Her birimiz kendi düşüncelerimizin ürünüyüz ve düşüncelerimizle de kendi gerçekliğimizi yaratırız. “Acı çekiyorum, kimse beni anlamıyor, çok yalnızım” şeklinde düşünceler içindeysek evren de bize gerçeklik olarak tam da bunu sunar. Her insanın kendi mutlu, huzurlu güven ortamını oluşturmaya hakkı var ve her şeyden önce buna gücü var! Cenneti ya da cehennemi yaşayabileceğimiz bir hayatı tasavvur edip oluşturmaya yani. Velhasıl kelam, mutsuzluğu ya da mutluluğu seçmek, acı çektiğimiz yerden uzaklaşıp huzura kavuşmak. Tehlikeli sulardan çıkıp sağlam bir limana varmak ve güvende olmak. Tüm bunları da önce düşüncemizde şekillendirmek, yani cehennemden çıkmaya gönüllü olmak… Huzura varan yola niyet etmek ve harekete geçmek… Sevilmediğin, maddi manevi zarara uğradığın yeri terk etmek, belki demek istediğim ya da sevmediğin veya hakir görüldüğün işi bırakıp yeni bir ekmek kapısı aramak, tartıda yüz kiloyu görünce sağlığını ve özgüvenini yitirdiğini düşünüp kati bir kararla diyete başlamak, ölen bir yakınımızın geri dönmeyeceği gerçeğini kabul edip yası bırakmak… Tam tersine bakacak olursak, sahip olduğumuz sağlık, aile ya da iş her neyse, şükretmek, onların kıymetini bilmek ve onları yitirmediğimiz için kendimizi şanslı saymak. Yüzlerce örnek verilebilir bu konuda ve herkes kendi cehennemini ya da cennetini bilir aslında. Önemli olan nerede olduğumuzu ve nerede olmak istediğimizi bilmek ve ona göre hareket etmek aslında.
Şimdi bir sorun bakalım kendinize, bu dünyada cenneti mi yaşıyorsunuz, cehennemi mi? Tam olarak neredesiniz aslında… Cevabınız cennetse şükretmeli, o vakit cehennem ise harekete geçmeli, yani.