Biliyor musun?
İçimi dökmek istedim sana.
İçimi dökmek, yana yakıla.
Başı koparılmış bir serçe gibi,
Zavallı çırpına çırpına.
Kanatlarım kırık, uçamıyorum bir başıma.
Boynu bükük bir çiçek olurum,
Mezarının toprağına, taşına.
Biliyor musun?
Alınmadım değil, bırakıp gidişine.
Sana kızmak istedim aslında;
En argosundan, küfürler savurmak istedim.
Savunmasız, korumasız, bir çocuk gibi bıraktın.
Ne yaparım sensiz, bir başıma?
Bir insan bu kadar mı özlenir,
Bu kadar mı hasret kalınır bir yüze,
Bu kadar mı hasret olur bir sese,
Yokluk bu kadar mı koyar insana?
Biliyor musun?
“Yok” kelimesi çok ağır.
Bu, ekmek parasının yokluğu,
Evin, arabanın yokluğu gibi değil.
İnsanın kalbini iki büklüm eden bir yokluk.
Ne yapılırsa yapılsın, ne edilirse edilsin,
Yeri doldurulamayacak, kahrolası bir boşluk!
Yok!
Yoksun işte, yok!
Hayat; morgda öptüğüm yüzün kadar soğuk.
Yoksun! İşte, yok!
Kar yağıyor saçlarıma, yazın sıcağında bile üşüyor yüreğim.
Söyle bana; ayağı kırık bir ceylan, koşar mı hiç?
Kanadı kırık bir serçe, uçar mı?
Yokluğun öyle bir yaktı ki yüreğimi,
Cehennem olsa, ancak bu kadar yakardı.
Biliyor musun?
Artık kayısı ağaçlarına bakmıyorum.
Kayısı toplayıp kurutan birini görünce,
Sırtımı dönüyorum.
Artık o çok sevdiğim kayısı hoşafını da içmiyorum.
Sağım boşluk, solum boşluk.
Dokunuyorum toprağındaki çiçeklere, güllere,
Yanağına dokunur gibi.
Hissediyor musun ellerimi?
Kimsesiz, zavallı ellerimi.
Cuma sabahları kimsesizim,
Arayan soran yok beni.
Kandil geceleri kimsesizim,
Bir bilsen yokluğun nasıl zemheri?
Üşüyorum yokluğunda, sesine hasret.
O yağmurumsu, o ipeğimsi sesin,
Her gece kulaklarımda,
Bir mavi türkü gibi çınlayan sesin.
İçimin derinliklerinde yankılanıp duran sesin.
Ah, bir bilsen!
Ne hallere soktu beni gidişin?
İnsan kendi kendine konuşur mu hiç?
Bir cana hasret, bir cana müptela.
Gözler saatlerce dikilir mi bir boşluğa ya da tavana?
Hafızam buğulu bir cam,
Zaman, yelkovan ile akrep arasında,
Siyah beyaz bir fotoğraf karesi.
Yüzünde belirli belirsiz bir tebessüm,
Bakar durur solgun mum ışığında.
Anılar sıralanır sigaramın dumanında.
Sensiz geçen zamanlar için,
Kalbim “pişmanım” diyecek bir gün,
Ama sen aldırma.
Seninle yediğim ayazı,
Değişmem hiç bir bahara.
Gün yüzü gören günlerimiz hatırına,
Sen kokan tertemiz evinin, şefkat yayan sobasında,
Bir şiir gibi demlenen çayımız hatırına.
Çok özledim, gir artık rüyalarıma.
Adın bir yumruk gibi düğümlendi boğazıma.
Beni neden bırakıp gittin?
Seninle güzel günlerimiz olacaktı hani.
Güzel yarınlarımız olacaktı.
Bizim de gülecekti yüzümüz.
Neden şimdi, mutluluğa ramak kala bıraktın?
Biraz daha dayanamaz mıydın?
Dostum, umudum, sırdaşım,
Biraz daha dayanamaz mıydın, yol arkadaşım?
Hayatın bu ağır yükünü,
Bu sensizliği,
Bu cehennem sensizliği,
Yüklemeseydin sırtıma, olmaz mıydı?
Ne yapacağım şimdi, kelebek kanatlarımla?
Ne yapacağım şimdi, bir başıma, tek başıma?
Kime sığınırım gece olunca?
Küçücük bir kelebeğin kanadına
Yüklenir mi Kaf Dağı?
Gece soğuk, gece mavi,
Çırıl çıplak yıldızlar.
Ne zaman aya baksam, yüzünü gördüm.
Kim örter üstümü şimdi,
Bir anne şefkatine müsavi?
En soğuk gecelerde, masum bakışların alırdı,
En ayaz yanlarımı.
Sıcak çayın gibi, içimi ısıtırdı gülüşün.
Yarım kalmış bir şiir gibi gülüşün.
Kayıp bir adresten geliyor şimdi sesin.
Düşmanlıkların, hasedin, namussuzluğun
Kol gezdiği bu zamanda; dostluğuna hasretim…
Lütfen bir gece,
Yalnız bir gece,
Haber vermeden gel.
Kapıyı çalmadan,
Lambaları yakmadan gel.
Yanağımdan öp, dokun saçlarıma.
Bir bilsen, nasıl özlemler büyüttüm sana.
Ölmek bir şey değilmiş, öğrendim.
Korkunç olan yaşamakmış, senden sonra…