Bahar, bütün güzelliğiyle dağları kuşatmıştı. Her ağaç, anasından yeni doğmuş bir çocuk gibi pırıl pırıl parlıyor, eriyen her kar insanın aklını başından alacak bir görsel şölen oluşturuyordu. Çiçeklerin muhteşem kokuları ovaları dolduruyor, doğa ana bütün nimetlerini sunmaya hazırlanıyordu.
Neredeyse iki hafta olmuştu yaylaya çıkalı. Herkeste bir telaş varken, Hayati’de hiç telaş yoktu. Bugüne kadar da hiç olmamıştı zaten. Nasibi hiç yaver gitmemişti. Elini nereye atsa sanki o iş kuruyordu. Hiçbir işte dikiş tutturamıyordu. Daha önce giriştiği birçok iş vardı ama ne yaptıysa da bir türlü işlerini çeviremiyordu.
Terzi işine girdiğinde yaşı çok gençti. Bir gün anlayışsız bir adamın pantolonunu yanlış diktiği için ustasından işitmediği laf kalmamıştı.
Berberde başına gelenler, yolunmuş tavuğun başına gelmemişti. Usturaya bir türlü alışamaması onu işinden etmişti.
Kasap işinde de manav işinde de başarılı olamayınca kendine dükkan açmaya karar vermişti. Anlaştığı bir adamla kiralık bir dükkan açmaya karar verdi. Ama adamın kiraladığı dükkan meğer onun değilmiş. Adam, kapora ve kirayı aldıktan sonra kayıplara karışmıştı. Elindeki bütün parası da gitmişti.
Üzülmüyordu Hayati. Ona göre insan hiçbir zaman umutsuz olmamalıydı. Umut, insanın ekmeği olmalıydı. Nefesi olmalıydı umudu. Her şeye rağmen ayakta kalmalı, hayata dört elle sarılmalıydı. Bütün hastalıkların çaresizlikten geldiğini biliyordu. Bunun için telaş etmiyor, nasibinin onu götüreceği yere gidiyordu.
Yaylaya da bunun için çıkmıştı. Kasaba ona göre değildi. Köyüne gelmişti. Kendine biraz koyun aldıktan sonra yaylaya çıkmıştı. Nasibinin doğada olduğuna kendini inandırmıştı. Doğa, bugüne kadar hiçbir canlıyı yalnız bırakmamıştı. Herkesin payını zamanında vermiş, kimseyi kimseden üstün görmemişti. Elbet onun da yüzü gülecekti.
Bu sene işler hiç iyi gitmiyordu. Yaylaya bu sene olduğundan fazla yağmur yağmış, ekinler ve mera seller altında kalmıştı. Bir tek yaylanın arka tarafındaki büyük kayanın etrafındaki otlara bir şey olmamıştı. Bu da ister istemez Hayati için üzülme sebebiydi. Neyse ki büyük kaya vardı. Koyunlarını alıp oraya gidiyor, bu kayanın kendisine çeken sihirli bir yönü olduğunu hissediyordu.
Yine bir gün hayvanlarıyla beraber oraya gitti. Hava oldukça kapalı olduğundan hayvanlarını kayanın alt tarafındaki çeşme üstünde otlatıyordu. Yağmur bu sene çok yağmıştı. Hayati için bu yapacağı ve tutturacağı son işti. Çünkü hayvancılıkla uğraşmanın zararı yoktu. Muhakkak bu işte kar etmeliydi. Selden kendisini korumasa bile hayvanlarını korumalıydı.
Aradan geçen dakikalar, bulutların yağmur yağmasına engel olamadı. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur her tarafı yıkıp geçiyordu. Hayati kayanın altına sığınmıştı ama sağanak yağmurdan hayvanlarını koruyamıyordu. Hem can derdine düşmüş hem de ağlıyordu. Bu işi de olmamıştı. Bütün koyunlarını sel götürmüştü. Asıl şimdi başlıyordu onun için telaş. Her şeye rağmen yeniden başlamıştı hayata. Maalesef olmamıştı. Olmuyordu işte. Kurumuştu bu iş. Yine elinde patlak vermişti.
İçli içli ağlıyor, yüreğinin en derin yerinden gelen ağrının acısını hissediyordu. Bütün kapılar kapanmıştı ona. Şimdi ne yapacaktı, nereye gidecekti? Tek çaresi vardı artık: Başını alıp gidecekti. Şansının yaver olacağı yerlere gidecekti.
Yağmur yavaş yavaş diniyor ama umurunda değildi onun. Bütün rızkı sele kapılmıştı. Artık çekip gitme zamanıydı. Başını uzatıp aşağı baktığında, selin yaptığı felakete bakıp üzüldü. Her yer kanallarla dolmuştu. Sel her yeri çukur yapmıştı.
Kayanın dibinden çıkıp aşağı doğru yürüdü. Parlak üç şey çukura düşmüş, üstleri çamurla dolmuştu. Biraz daha yaklaştığında bunların çok eski zamanlarda kullanılan yemek saklama kapları olduğunu gördü. Bir tanesini aldı ve üstündeki çamuru temizledi. Küpün ağzındaki taş oldukça sağlamdı. Bir türlü çıkmıyordu.
En sonunda küpün ağzındaki taşı çıkardı. Gördükleri karşısında küçük dilini yutacaktı. Böyle bir şey olabilir miydi acaba? Mümkün müydü ki? Bu kadar tesadüf bir arada bulunabilir miydi? Tam hayattan vazgeçerken böyle bir mucize gerçekleşebilir miydi? Böyle şeyler ancak masallarda olabilirdi.
Küplerin içi çil çil altınla doluydu. Artık bu kasabayı alacak kadar parası vardı. Allah bir kapı kapatmış, bin kapı açmıştı. Kendisini felakete götüren sel, şimdi de ona mükemmel bir fırsat açmıştı. Artık Hayati için yeni bir dönem başlayacaktı. Hayat onu zorlu yollardan alıp mükemmel bir fırsat çıkarmıştı karşısına. Umutlu olmanın meyvesini almıştı ilk defa. Nasibi burada ona gülmüştü. “Nasipse gelir Hint’ten Yemen’den; nasip değilse ne gelir elden?” demiş büyüklerimiz. Nasibi de bugüne saklanmış çıkmak için.
Hayat da hep böyledir. Umut her zaman içinde olmalı insanın. Hep bir açık kapısı olmalı. Devamlı mücadele edecek gücü olmalı. Olumsuz bir şeyle karşılaşınca önce bunu düşünmeli. Sonra çözüm üretip hayal etmeli. Hayallerinin peşinden bir ömür koşmalı. Asla ama asla çaresizliğe düşmemeli. Unutulmamalı ki bütün hastalıkların kökeni umutsuzluk ve çaresizliktir.
Hayati de bunu biliyordu. Yıllarca umudunu kaybetmemişti. Hep mücadele etmişti. İçindeki o mükemmel azmi sayesinde hep ayakta durmuştu. Bugün de bunun sonucunu almış ve şükrederek bundan sonra olacaklar için yeni umutlar besliyordu.