Bir arada yaşama gayesi olan, ortak bir ülküde birleşen bireylerin yer aldığı bir toplumda, en önemli beklentilerden biri, o toplumun tüm üyelerinin daha önce belirlenmiş yasa ve kanunlara eşit mesafede olması ve herkesin eşitlikçi bir anlayışla muamele görmesidir. Birey’in kendini o topluma ait hissetmesini ve gerektiğinde toplumun çıkarlarını korumak adına savaş vermesini sağlayan şey, kendini ikinci sınıf insan gibi görmeyip, devletin sistematik ayrımcılığına maruz kalmamasıdır.
Bundan neredeyse 300 yıl önce Fransa’da patlak veren ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan eşitlik, özgürlük, adalet kavramları günümüzde ne yazık ki birçok toplumda gittikçe anlamını yitirmekte ve insanların mevcut otoriteye olan güveninin yok olmasına neden olmaktadır. Tıpkı 1789 dan önceki Fransa’da gözlenen toplumsal kaoslar, bireyler arası ekonomik uçurumlar, sınıfsal çatışmalar, ayrıştırıcı sloganlar gibi farklı tablolar günümüzde de görülmekte ve toplumlar gittikçe kaynayan bir kazan gibi fokurdamaya başlamaktadır. Bu da sürdürülemez bir girdaba ve toplumsal patlamalara çanak tutmaktadır.
Ülkemiz, sosyal devlet anlayışı kapsamında diğer dünya toplumlarıyla paralel bir seyir izlemekte ve diğer toplumlarda cereyan eden tüm sosyal çürümüşlüğü kendi içinde önlenemez bir şekilde hissetmektedir. Özellikle yanlış yönetim politikalardan kaynaklı insanları sınıfsal bir kategoriye mecbur bırakan ekonomik dar boğaz, kişilerdeki güven ve inanç duygularını ciddi bir erezyona uğratmış ve geleceğe dair olumlu beklentilerini yok etmiştir.
Ayrıca son dönemlerde yasal olmayan yollarla belli bir ekonomik güce ve üne kavuşan bazı kişilerin adalet gibi toplumun yarayan kanası olan bir konuda pervasızca hareket etmeleri ve otoriteyi elinde bulunduran erkin de bu duruma seyirci veya destekleyici bir tutum içinde olması, toplumun dinamiklerini adeta yerle bir etmiş ve insanların sosyal devlet anlayışına olan inancını ağır bir şekilde zedelemiştir. Bu çeşit medyatik yayınlarla toplum ayrıştırılmış ve insanların zihnine adeta kanunsuzluk ve emeğin yer almadığı bir anlayış enjekte edilmiştir.
Devleti ayakta tutan en önemli dinamiklerden biri olan sosyal devlet anlayışını hakim kılmak ve bu anlayışın gücünü arttırmak devletin en önemli görevlerinden biri olmalıdır. Zira toplumsal çürümenin başladığını hissettiğimiz şu günlerde yasasızlığa, kanunsuzluğa ve emek ile gelmeyen her türlü şatafatlı hayata asla prim verilmemeli ve insanların emeğe, özgürlüğe, eşitliğe ve adalete olan inançlarını arttıracak girişimlerde bulunulmalıdır. Bu olmadığında ne mi olur?
Devrimler, eşitsizliğin sonuçlarıdır.