İlkokul ikinci sınıftaydım sanırım. Hâlâ soruyorlar mı bilmiyorum ama öğretmenimiz tek tek sormuştu her birimize ne olmak istediğimizi. Kimisi doktor, bazısı mühendis veya öğretmen, bir başkası mimar ve şu an anımsayamadığım birçok meslek dalını söylemişlerdi. Sıra bana geldiği zaman ayağa kalkmış ve “Cumhurbaşkanı olmak istiyorum öğretmenim” demiştim. Şimdi bile aklıma geldikçe gülümsüyorum kendime. Öğretmenimin tatlı bir tebessümle verdiği cevabı hiç unutamıyorum. “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden bugüne kadar hiçbir kadın cumhurbaşkanı olamadı. Umarım ilki sen olursun kızım” Naif bir cümlenin altına gizlenmiş içli bir serzenişmiş, şimdi anlıyorum. “Olamazsın” dememişti veya komik bulduğu bir cümleymiş gibi bir ifade belirmemişti yüzünde.
Öyle bir dönemdeyiz ki; ne öğretmenlerimizin canı kaldı öğrencilerine ne olmak istediklerini sormaya, ne de güzel çocuklarımız bilebiliyor ne olmak istediklerini. Sanki kara bir delik var ortada; büyüğünden çocuğuna kadar tutun da, her biri o karanlığa düşmemek için çırpınıp duruyor. Öğretmen olmak isteyen kaldı mı? Ya mühendis… Doktor olabilmek için senelerini feda etmeye gönüllü gençlerimiz neredeler? Cumhurbaşkanı olabilmeyi söyleyemiyorum bile, mazide tatlı bir anı gibi kaldı sadece.
Eğitimin zayıfladığı ülkelerde yaşayan insanlar değil meslek sahibi olmayı, en kısa zamanda, her ne yolla olursa olsun zengin olmayı ya da ülkeden kaçmayı hedefe koyarlar. Bunun için onları suçladığımı söyleyemeyeceğim. Para odaklı, gösteriş meraklısı, itibarı onurundan büyük insanların yol göstericiliğinde yetişen bir neslin geleceği nokta anca bu olabilirdi.
Kız çocuklarımız okusunlar, köydeki çocuklarımız eğitimsiz kalmasınlar diye verilen mücadelelere uzun bir es vermiş gibiyiz. Hatta kasıtlı olarak yozlaştırıldığımızı da düşünmüyor değilim. Taşımalı eğitim, yiyecek ve kırtasiye malzemeleri yardımları yüksek raflara kaldırılmışken; bu raflara boyları yetemeyen evlatlarımızın ve ailelerinin yeni eğitim ve öğretim yılına başlamış olmalarına duyduğum derin üzüntüyü ifade edebilmem mümkün değil. Özellikle Köy Enstitüleri’nin kapatılmış olması eğitime vurulmuş en büyük darbedir.
Annem o köy enstitülerinin birinde okumuş bir kadındır. Doksan yaşında olmasına rağmen dimağı açık, gelişime uyumlu, kara kalem portre çizebilen, dikişten tutun da, sanata kadar hevesli ve duyarlı, düzenli olarak gazete okuyan, bulmaca çözmekten asla vazgeçmeyen bir kadındır. Bu güzel vasıflara sahip olabilmesinin tek sebebinin aldığı eğitim olduğunu gururla ifade eder. Kibir demiyorum bakın, gurur diyorum. Çünkü o gurur Türk kadınının istikbal madalyasıdır ve bu madalya ona devleti ve milleti tarafından takılmıştır.
Şimdilere bakalım bir de… Liseyi bitirdiği halde çarpım tablosunu bilmeyen, herhangi bir enstrüman çalamayan, Cin Ali dahi çizemeyen, klasik müzikten habersiz, -hatta nefret eden- spor olarak futboldan başka bir şeyle ilgilenmeyen, güzelliği eğitimden daha değerli gören sığ bir nesil! Bunun suçlusu kim peki? Biri sen, biri de ben; ama onlar değil. Eskilerin bir lafı vardır kibarca söyleyeyim “Elime ne koydun ki, yüzüne onu süreyim” Biz evlatlarımızın avuçlarının içlerine bomba koyduk, neremizde patlayacak hep birlikte göreceğiz. İvedilikle, hiç vakit kaybetmeden harekete geçmeli, zararın neresinden dönsek kardır mantığıyla eğitime ve öğretime hız vermeliyiz. Ülkemiz laik, okullarımız eğitim ve öğretim yuvasıdır. Bunu inkâr eden her kim varsa; vatan haini ve milletimizin en büyük düşmanıdır.