Nedir bu rüya? Kim görür bu rüyayı ya da kimler? Peki aranızda rüya göreniniz var mı? Unuttuk mu rüya görmeyi? Unutturdular mı bize yoksa? Rüyalarımızı mı çaldılar?
Evet arkadaşlar, maalesef ki rüya göremez olduk. Neden peki? Nereye gitti rüyalarımız? Bizi bizden kim aldı? Bizi bizden kim çaldı?
Bizler hayallerimizle, rüyalarımızla yaşayan bir milletiz. Hayallerimiz olmadan, ideallerimiz olmadan nefes alamayan bir toplum, ne ara bu hallere düştü dersiniz? Hayallerimiz kuş olup uçtu gitti. Bir sigara dumanı gibi havaya karıştı hülyalarımız, fikriyatımız, ahularımız…
Tarih boyunca Türkler olarak ne rüyalar gördük, ne hayaller kurduk ve hepsini gerçekleştirdik evelallah. Lakin ya rüya görmeyi unuttuk ya uyumuyoruz. Uyuduğumuz şüphe götürmez bir hakikat amma velakin bizi biz olmaktan çıkaran şey nedir, kimlerdir? Ne vakit bu hallere düştük? Yoksa bizi kurtaracak bir mehdi mi bekliyoruz? Bir kurtarıcı? Hani şu Amerikan filmlerindeki sahte kahramanlar gibi? Görmüyor musunuz ahali? Hissetmiyor musunuz? Hırsızlar devran ediyor etrafımızda… Her yanımızı yan kesiciler sarmış, eşyalarımızı, paralarımızı değil, geleceğimizi çalıyorlar, hafızamızı çalıyorlar, beynimizi, düşünme yetimizi çalıyorlar… Uyan eyy ahali…
Bizim tarihimizde rüyalar görme vakaları çoktur. Osman Gazi’nin rüyası, Oğuz Kağan’ın rüyasıdır ve büyük milletler daima rüya görürler. Bu rüyalar sonucunda dünyaya hakim bir millet olmuştur Türkler ve Türk devletleri. Yani denebilir ki gördüğü rüya kadar büyük bir devlet olur bir millet. İskitlerden Hunlara, Göktürklerden Uygurlara, Karahanlılardan Gaznelilere ve Selçuklulardan Osmanlılara kadar hep rüyalarımızın peşinde koştuk. Hayallerimizi takip ettik. Bu uğurda nice canlar aldık, canlar verdik. Evet, zamanımızda fetih rüyaları görme devri geçti, lakin ideallerimiz bitmemeli. Hayallerimiz mum ışığı gibi sönmemeli. Güneş gibi olmalı.
Ey Türk genci, bizi affet. Sana hiç rüya gördürmedik. Aslında senin rüyalarını biz çaldık. Sana rüya görme iznini vermedik. Çok gördük. Seni kabuslara saldık. Kabus görmeye zorladık. Böyle olunca da ne yazık ki hem mazimiz gitti hem de atimiz…
Kendimize dönüp nefsimizle baş başa kalıp bu soruyu sormamız gerekiyor: Neden hayallerimiz bitti bizim? Tarih boyunca izinde gittiğimiz hülyalarımıza ne oldu?
Türkler değil miydi hayallerinin peşinde koşarken ta Viyana kapılarına dayanan, o kapıyı zorlayan? Türkler değil miydi Hristiyanların babası papa’ya diz çöktürtüp yalvartan? Türkler değil miydi Afrika’nın en ücra köşelerine kadar gidip oralarda adaleti tesis eden? Hindistan’ın içlerine kadar girip orada dinimizi yücelten Türkler olarak bizler değil miydik? Kubbelerinde hilal, göğüslerinde yıldız olan Türkler değil miydi hayalleri peşinde koşup haçlıları dizgine getiren? Niğbolu’da, Sakarya’da, Mohaç’ta, Malazgirt’te, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde, Miryokefalon’da, Sırpsındığı’nda ve nice zaferlerinde meydanda olan Türk’ün bu sonsuz hayali ve rüyası değil midir? Ahi Evren’in, Ahmet Yesevi’nin, Sarı Saltuk’un rüyalarının ayrı ayrı rüyalar olduğunu kim söyleyebilir? Hepsi aynı rüya doğrultusunda bir adım değil can adım atmış yiğitlerdi. Alperenlerdi…
Peki, şimdi ne oldu bize ki artık gözümüz rüya görmez oldu? Ya da biz gözümüzle mi görmeye çalışıyoruz? Belki rüyayı gören göz değildir, kim bilir…
Devletler inşa edilirken, devletler yıkılırken de hep aynı rüyayı görmedik mi? Türk’ün devleti yıkılırken bile yine aynı hayaller uğrunda, yine aynı hedef doğrultusunda yeni devletlerin rüyasını gördük. Rüya bayrağını devraldık düşerken ve o rüyayı daha ileri taşıdık tarih boyunca. İnşallah Türk milleti olarak bundan sonra uyanır ve uyanıkken rüya görmeye devam ederiz. Hayallerimiz olur, sınırlanmayan, çalınmayan, kaybolmayan. Ne demiş bir büyüğümüz:
“Rüyası devlet kurmak olanlar devletleri yıkılınca yeni bir rüya görürler…”
Vesselam…