Şimdi, deniz kenarında devasa bir kayanın en ucunda olmak vardı. Korkmayın! Ruhu ölmüş bir adamın eylemleri hayalden öteye adımlamaz. En güzeli eceli beklemek. Manzara muazzam, güneş olağanüstü. Sondan bir önceki durak. Ruhunuzun derinliklerinde seyahat ettiniz mi hiç? “Sür şoför, cennete de!” deme isteği. Olta kurulmuş, deniz esintisi ile sayfaları raks eden efsane bir kitap. Dalgalar kayaya, kitap ruhuma, balık oltaya, rüzgar tenime, sen ise gönlüme dokunsan… Duası dünyayı kaç kere dolaştı bilmiyorum. Gerçekleşme ihtimali olmasa da yüzlerce hayal kurmanın lezzeti.
Oltanın titremesi dikkatimi dağıtsa mesela. Hırçın dalgalara “sakin ol” dese sırılsıklam olmuş kaya. Kitabın ilk cümlesinden son kelimesini tahmine kalkışsam… Ölüm acısı ile başlayıp doğum sancısı ile bitecekken yeniden başlasa, olamaz mıydı? Kelimelerle resmini çizsem, ressam biri çıkıp kızar mıydı bana? Bir şeyler eksikti. Her şeye inat romantik bir müzik. Her telden çalan bir radyo yayını ne hoş olurdu, değil mi? Her şeyin sahte ve bir o kadar da gerçek olmasının arasatta kalmışlığı. Yalnızlığın doyumsuz hissi.
Oltaya takılan balığı dudaklarıma yaklaştırıp, gözlerimle özür dileyip suya bırakmak… Firar için çırpınmana gerek yok. Meşhur bir avukat edasıyla tahliye kararını tebessüm ederek söylemeye çalışmak. Okuduğum her kelimede binlerce fersah seyahat edip ama geri dönmemek. Oltayı çekip kenara bırakmak. Denizin derinliklerine fısıldayıp, balıklara “tehlike yok, özgürce oynayın” demek. Ve yine, yeniden sana dönmek, ama bir saniyeliğine. Hatıralarımızı da alıp çıplak ayak okyanusu adımlamak. Semaverin dumanının yas tutuşuna kayıtsız kalmak. Sahilde el ele dolaşan aşklara gözlerimi kapamak.
Oltayı kimsesizlikle baş başa bırakmak. Bir müptezele denk gelmese dileğinde bulunmak. Sigara kağıdına gidişe dair muazzam bir şiir yazmak. Sonra o kağıda tütün sarıp içime hapsetmek ve gökyüzüne üflemek. Kitabın tam ortasına bir damla gözyaşı bırakmak. Sonra, sonrasını sorma! Çalar saatin çıldırtıcı alarmı… Sonrası bu işte.