Nedir bu rutin? Her zaman yapılan; alışkanlık durumuna gelen şeyler olduğunu söylüyor sözlükler. Kiminin hep aradığı, kimininse sıkılıp kaçtığı, başından atmaya çalıştığı o şey; bir çocuk gibi belki de. Senin değilken olsun istersin, sendeyken hep aynı, hep aynı diye dertlenirsin. Ne büyük nimettir rutin, bilmezsin.
İnsanoğlu, hayatı bir koşturma içinde yaşayıp giderken çoğu zaman unutur dinlenmeyi; oysa dursa şöyle bir kaç dakika bile – ama sahiden dursa, dinlese bir de akıp giden zamanı – rutinin büyük bir nimet olduğunu fark edecektir. Biliriz ki iki insan karşılaştığında, soruverirler birbirlerine: “Naber, nasılsın? Hayat nasıl gidiyor?” derler. Karşılıklı konuşmalar şöylece ilerler. “İyidir, senden naber? İş güç işte, koşturup duruyoruz, hep aynı.” derler. İnceden bir bıkkınlık okunur dudaklardan. Dahası kimisi söylenir; sürünüyoruz işte, der. “Çok şükür, iyiyim.” diyenini bulmak zordur. Pek yazık(!)
Akla gelmez, o okulu kazanmak için nasıl çalıştıkları. İşe girmek için nasıl çabaladıkları. Eşiyle evlenmek için ne yollardan geçtikleri ve bir çocuğu kucaklamak için nasıl heyecanlandıkları. O evi almak için didinip durdukları, o arabaya binmek için kaç ay birikim yaptıkları. Tüm sevinçler geride kalmıştır artık; geçici bir heves oluvermiştir tüm sahip oldukları. Onca eşi dostu vardır. Kendisi anne baba olmuştur da hala onu destekleyen, büyüdüğü halde bebeklik yapabildikleri, nazlandıkları anne babaları vardır. Dönüp arkasına ah ne büyük nimet, demez çoğu zaman insanoğlu. Aklına gelmez olur.
O okulu kazanmak için ter döken gençler. İş bulmak için her sabah sokaklara dökülenler, bizim artık beğenmeyip burun kıvırdığımız o işi kendine bir hayal edinenler, gelmez akla. Eş, çocuk, aile, yuva, sıcacık nefesler. Akşam eve girince mutfaktan gelen mis kokulu yemekler, kahkaha dolu odaları pek kimse fark etmez. Yorulmuştur insanoğlu. Elbet hep şen kahkahalar yayılmaz odalardan; kimi zaman sitemler, öfke dolu sözler de çıkar ağızdan. Kavga gürültü de çıkabilir; oysa dudaklardan yayılan ılık bir gülüş, sevgi dolu lakırdılar atmosferi hemencecik değiştirir.
Mesela eşiniz yorgun, belli bir şeyler söylesen öfkelenecek gibi duruyor; bir kaç sevgi sözcüğü değiştirir mi acaba onu da? Denesek mi mesela? Ne desek ortam yumuşar, şerbetlenir muhabbet? “Hoş geldin, özlemişim seni.” nasıl olur? Yahut “Seni seviyorum” diyerek sarılsak boynuna. Bir öpücük kondursak sevdiğimizin yanağına. Yine de olmaz mı dersiniz? Bence, olur gibi. Bir denesek ya bugün.
Peki ya biz bu hale nasıl geleceğiz? Yorgun olan biz olamaz mıyız? Elbette, olabiliriz. Sahip olduğumuz şeyleri, akşamları eve dönerken düşünsek. İnanın, sadece bir kaç dakikalığına düşünsek onca nimeti. Şükür için 3-4 dakika ayırsak her gün. İş dönüşlerinde, trafikte kaldığımızda mesela. Ne dersiniz, bir rutine dönüştürsek? Şükür için ayırdığımız bir kaç dakika, terapi gibi gelecek. Belki de o harika tatillere sıkça çıkmamız zordur. Yahut sık sık alışveriş yaparak rahatlama seanslarımız da yoktur. Dön bak dünyana insanoğlu! Olmayandan dem vurmak daha mı kolay sahi?
Bir de böylesini denesek ya? Her akşam işten dönerken, gün sonu yorgunluğunu hala atamayıp sıcak bir yemek hazırlamak için koştururken, çocuğumuzun üstünü değiştirirken şöyle bir düşünelim bakalım bu beğenmeyip artık burun kıvırdığımız rutinler için ne kadar çok emek verdik? Sahip olduklarımıza sahip olabilmek için oradan oraya koşturmakta olan nicesi var. Dön bak dünyana insanoğlu!
Sıkıcı sandığımız o rutinler; hastanede yakınının başında nöbet tutana, belki de bizzat tedavi görene nimet. Her sabah biz işe giderken evinden iş aramak için çıkana nimet. Evsiz, barksız bizim artık eski ve küçük bulduğumuz o ev, nimet. Sevdiklerinin nefesini artık duyamayacak olanlara nimet; aynı sofrada, dibi tutmuş o yemeği yemek. “Ah insanoğlu, dön bak dünyana; rutin nimettir kıymet bilene; bahaneye ne gerek şükretmek isteyene!”