Bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı… Freud’un insan ruhu üzerine ortaya koyduğu görüşlerinden psikanalitik düşünme şeklidir. Bir durum karşısında insanın geliştirdiği savunma mekanizmalarının da temelinde bunlar yatmaktadır.
İnsan beyninin bilinç dışı olan yeri, yani Freud’un deyimiyle buzdağının görünmeyen bu kısmı, kişinin tüm yaşantısına etki eder. İnsanın karakter yapısını şekillendirip bir yordama sokan benlik, alt benlik ve üst benlik; id, ego, süper ego kavramlarıyla devam eden insanın topografik yapısı, psikoseksüel gelişim evreleriyle sona erer. Psikoseksüel evreler: Oral, Anal, Fallik, Latent ve Genital dönemlerdir.
Freud’un insanın karakterini oluşturan yönelimlerinin altında bastırılmış yaşantılardan kaynaklı psikolojik ruh halinin etkili olduğu görüşü tartışılır bir konu olabilir mi acaba? Kanımca bir yeri açıkta kalan bir görüştür bu. Zira Kur’an’da insanı birçok yönden besleyecek doğru yaşam şekli ile ilgili öğretiler vardır. Bu bir çeşit eğitim şeklidir. Örneğin, insanın zor durumlar karşısında sabırlı olma erdemliliğine karşılık cennetle ödüllendirilmesi ya da sosyal ilişkilerde doğru davranışlar, iyi ameller, yardımseverlik, canlıların hakkını koruma, muhtaçları gözetme gibi doğru alışkanlıkları edinen kişinin de yine aynı şekilde Allah’ın rızası ile ödüllendirileceği gibi bir koşullu pekiştirme eğitim modeline dikkat etmek gerekmektedir.
Şimdi yeniden Freud’un insan ruhuna kalıcı olarak yerleşen yaşantılarının, insanın karakter şeklini değiştirmeyeceği varsayımına götürmesi konusuna gelmek istiyorum. Eğer öyleyse, o halde yaşantımız boyunca devam eden yaşanmışlıklarımızın olumsuz etkisinden nasıl kurtulacağımızı da bilmemiz gerekmektedir. Freud buraya psikanalitik yöntemlerle iyileştirme sağlamaya çalışmıştır. Peki psikanalitik tedavi insanın hasar almış ruhunun ne kadarını iyileştirebilir?
Yaşanmışlıklar üzerinden devam edecek olursak, geçmişte kişiyi etkileyen her olay, insanın geliştirdiği savunmaların güncesini de oluşturur. Savunmaların patolojik boyutta olanları vardır. Bunlardan biri inkardır. Hastalık derecesinde ağırlaşmış bir savunmaya da dönüşebilir. Örneğin, çocuğu ölen annenin bu durumu inkâr edip günlük rutine onu da dâhil etmesi gibi. Daha hafif boyutu, çocuğunun problemli davranışı olduğunu kabul etmeyen annenin tutumudur. Yine bir diğeri yansıtmadır. Yansıtmada da kişi, kendindeki yanlışları başkasının kötü davranışları ile kapatır. Nevrotik savunmalardan mantığa bürüme de kötü bir savunmadır. Mantığa bürüme kişinin durumu, gerçek boyutuyla görmesini engeller. Yine kişiler arası diyalogda mutsuzluğa götüren bir savunmadır. Karşınızdaki birey yalnızca kendi doğrularını size kabul ettirir ve sizi kendi gerçeğinizden koparır.
Ben insanın kötülüklerinin kaynağını araştırma cihetine koyulurken kendimi bu minval üzerinde buldum. Gördüğüm şey; tıpkı okyanusun derinliklerindeki bilinmeyen bir yaşam alanının keşfi gibi, insan ruhunun derinliklerinde de gizli bir yaşam alanının varlığını fark etmek oldu. Bu bazen karanlık bir dehliz; korkutucu! Bazen açık renkli bir alan; cezbedici, ilham verici…
Kur’an’a inanan ve Kur’an’ın öğütlerini dikkate alan biri olarak Kur’an’ın tasvir ettiği insan modeline baktığımda, herkesin çok iyi bildiği insana dair olan hakikati yeniden vurgulamak istiyorum. O da şudur: İnsan iradesini kullanarak kötülük yapar ve bundan ötürü aşağıların aşağısı olur; yine kendi iradesiyle iyiliği seçip bu konuda sebat ederse, sonunda eşrefi mahlûkat yani en üst mertebeye çıkarabilir. Bu bir kabiliyettir. Böylece insanı daha somut bir zemine oturtabiliriz. Şimdi insanı üst mertebeye çıkmaktan alıkoyan nedenleri konuşmak gerekir. İyilik yapmak mümkünken kötülüğü tercih etmesinin sebebi, yaşanmışlıkların beraberine getirdiği savunmalar ya da mizacsal yatkınlıklar mı, yoksa yanlış öğretilmiş davranışlar, yani kişinin aldığı eğitim şekli mi acaba?
Ne olursa olsun, insanın tüm hatalarına rağmen yaşadığı deneyimler doğrultusunda aslında kendini eğitebilecek yeteneğe sahip olduğunu ve kötü yaşanmışlığına rağmen iyiliği tercih edebileceğini, içindeki adalet terazisini sağlayan vicdani yönlerini geliştirebileceğini bilmek gerekir. Bunun için bir iç aydınlanması yaşaması gerekir.
İç aydınlanma düşünme ile ortaya çıkar. Bu anlamda akıl önemli bir meziyettir. Aklı faal alana çeken düşünme ise insana verilmiş en büyük hazinedir ve anahtarı da yine insanın elindedir.
İnsanın o hazinenin kapısını açmasını sağlayan düşünme eylemiyle aydınlanıp, yine yüce yaratıcımızın bize öngördüğü yaşam şeklini benimsememiz bu alanda bir kapı açar kanısındayım. Yani insanın nefsiyle, içindeki kötülüklerle mücadele etmesi ve iyiliği seçmede kararlı ve sebat etmesi büyük bir adımdır. O halde kötülüğü nasıl belirleriz sorusu gelir akla. Kötülük empati yapma ile anlaşılabilir. Bizim istediğimiz şey başkasına zarar veriyor mu, veriyorsa kendimizi onun yerine koyabiliyor muyuz? Çocuklukta öğretilen bu duygunun yetişkinlerde de eksik kaldığını belirterek, düşüncelerime noktayı şu cümle ile koymak istiyorum:
İhmal edilmişlik yeni yaşantısal tepkilerin odak noktası olmaktan kurtulabilir. İnsan var olduğu sürece sıfır noktasından başlayabilir düşüncesini kabul etmek istiyorum. Ümitsizlikten kurtulup, kendimizi yenileyebilir ve bir gün olumlu yönde değişen, dönüşen ruhumuzu alkışlayabiliriz.