Garip, “yalnız kimsedir. Kimi kimsesi yoktur” derler. Bu devirde kimsen olsa da olmasa da yine garipsin… Ne kimseler anlar seni ne de anlamaya çalışırlar…
Sen toplumun garibisin, vefasızlığın, sevgisizliğin garibisin… Sana kimseler el uzatamaz, uzatmaz. Uzatır gibi yaparlar ama ne çare ki sen ellerini uzatınca ellerin havada bomboş kalır. Acılarınla, dertlerinle garipsin… Bir köşede garipliğinin hıçkırıklarına boğulursun ama ne sesini duyan olur ne de seni gören olur. Duysalar duymamazlıktan gelirler. Görseler görmemezlikten gelirler, tanımamazlıktan gelirler…
Gariplik çökmüşse üstüne dostun gariptir, arkadaşın gariptir, kardeşin de gariptir. Garipsin her yerde, her zamanda… Tesellilerle gider gelir insanlar ama içinden hayatın getirdiği garipliğinin feryadını haykırırsın sessizce. Garipliğini gözyaşlarınla anlatmaya çalışırsın yine nafile. Yine de seni anlayan olmaz. Anlamış gibi görünürler ama anlayamazlar, anlayamayacaklardır da…
Garibanlık, fakirlikten meydana gelmez. Garibanlık, bence anlaşılamamak, tanınmamak, göz ucuyla bakılmaktır. Genelde itilip, kakılmaktır, şamar oğlanına dönmektir bu zamanda…
Evet, garip bir devrin gariban, çilekeş insanları doluşmuş bu zamana.
Hakir görme, “Hor görme garibi, ne derdi vardır.” Kim bilir ne çilesi, ne acısı, ne sancısı vardır. Belki feleğin ne çarkından geçmiş, ne sillesini yemiştir. Bir sille de biz vurmayalım.
Ne kadar çok şey anlattım değil mi? Aslında garibin halinden garipler anlar. Bunun için Garipler akımını başlatmaya gerek yok. Garip her zaman olmuştur ve her zaman olmaya da devam edecektir. Bize düşen onun derdini, halini anlamaktır, el uzatmaktır.