Kendim inşa ettiğim kalbim ile gönül vermiştim, hasret çektiğime…
Adına ev, aile, akraba dediğimiz ortak bir bahçede saklıydı, sırlarımın çığlıkları…
Sonra bu bahçelerin arasında boğulup, çıldırıyor ama yıkılmasın kimse diye uğruna hayatını siper etmiştim…
Göz göze olmak bitirmiyordu hasret borcumu, çoğaldıkça çoğalıyor. Biliyordum, sevilmiyor değildim, elbette vardı sevenim. Ama onun tarafından sevilmediğimi düşünmek yetiyordu hüzünüme.
Günlerden sonra bir gün, kalbimin yorgunluğuna yenildim sanırım. Şayet sesimi fark etmezse; rüzgarın, nehirin, kuşların sesinden yokluğumu hissederse, belki de ölmüş bilir beni. Belki de fark eder, belki de aramaya başlar diye kaybolmak istemiştim, fakat yine kıyamıyordum.
Üzülmesini değil de, müsterih (içi rahat) olmasını istiyordum. Solmuş bir enerjim vardı, yüreğim çoktan tükenmeye hazır, dizlerim gücünü yitirmişti.
“Neyin var?” diye sorup duranlar vardı. Ve ben can acısından Özlem ve Hasret diyemiyordum. Oysa bir bıçak saplanmış misaliydi…
Hızlıca gelip geçen zamanın mahkumu olarak, bir gün gecenin ayazına denk gelmiştim. Kuşların cıvıltıları ile birlikte yıldızları seyrediyordum, yarının ne olacağını bilmeden. Düşüncelerim ile içime çektiğim derin nefesim, yavaş yavaş ağır gelmişti salıncağıma…
Birden ürperdiğimi hatırlıyorum. Ani bir refleks ile gözüm pencereye kaymıştı. Ah be gözlerim… beni ele verdiğinizi bilseydim, umut verir miydim yolunuza? Vakit ekler miydim derin bakışlarınıza? Beni ele verdiniz, şimdi çaresizim… diye mırıldanmaya başlarken birden kapı sesini duymaya başladım.
İçeriye giren kişi sevgili yeğenimdi.
“Daha hazırlanmadın mı?” diye söylenmeye başladı. Ben, “Nereye gideceğiz ki?” bakışlarımla bakıyordum.
“Hadi, biraz hava almaya, yürüyüşe çıkalım,” diye ısrar etti.
Dönüşte ailecek bahçede hasbihaller ediliyordu. Mis gibi çayın kokusu mahalleyi sarmıştı… Fakat ben içeriye koşmak istiyordum.
“Olur ya gönül, göz göze gelmekten hep kaçar… Sanırım biz biraz fazla kaçmış, gönlümüzü yıpranmaya mecbur bırakmışız…”
Yabancı, üzerime ağırlık veren bir güne denk gelmiştim. Ani bir haber almıştı ailem, bu kördüğüm gibi sırlarımın sahibinden gelmiş bir haberdi.
Beklediğim ve hayal ettiğim bir haber değildi maalesef. Annesinin vefat ettiğini duymuş ve ilk bilet ile İstanbul’a yol almıştı.
Eşyalarını, elbiselerini kendim toplamıştım. Gömleğinin düğmeleri dökülmüştü elime, kullandığı parfüm ile onları alıp saklamıştım, tıpkı sevgim gibi…
Aylar sonra gelen telefon aramasıyla sesini duymuştum. Tüm sırlarımız açığa çıkmıştı. Fakat ben vazgeçemedim haya duygumdan.
Ve ona istediği cevabı yine veremedim. Onu serbest bir yola yönlendirirken kendimi gözyaşlarıma hapsetmiştim.
Ve sırlarımızın sonu hep bir düş olarak kaldı. Artık yollarımız ayrıldı.
Velhasıl kelam, gönüllerimiz hala yakın kalır mı bilemiyorum ama sonsuz bir ayrılığa, imkansız bir kavuşmaya hapsedildik.
Konuk Yazar: Güler ÇALIKKILIÇ