“Hayatı layıkıyla yaşayabilmek için belki bir değil, birkaç ömür daha lazım.” yazıyordu okuduğum bir kitapta. Aslında sorun, zamanın kısalığı değil de onu nasıl kullandığımızı bilmiyor oluşumuz. Her şeyin çabucak değiştirilip tüketildiği bu zamanda, cezbedici bunca seçeneğin arasında en etkili olanını seçmek pek kolay olmuyor. Yeni ve daha sağduyulu bir zaman felsefesi gerekiyor. Her saniye, her dakika, zamanı oluşturan küçük ama çok değerli parçalardır. Bu parçaları işlevsel şekilde kullanmak ve zamanın ritmini yakalamak için onu yönetmeyi bilmek gerekiyor. Zamanı kontrol edebilmek adına yapılabilecekleri birkaç başlık altında toplamayalım çalışalım.
Biyolojik saate uygun yaşamak bunların ilki olacaktır. Genetik kodlarımız bize gündüzleri mi yoksa geceleri mi daha verimli olduğumuzu gösterir. Çoğunluk, gündüz saatleriyle uyumludur. Biyolojimizin tersine bir düzen kurmaya çalıştığımızda, verimliliğin azaldığını görürüz. Hatalarımız çoğalır, odak ve dikkat zorluğu yaşarız, fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklara yatkınlığımız artar. Oysa insanın biyolojik saati doğa ile uyumludur. Gün doğumu ile başlayıp gün batımı ile yavaşlayan sisteme, yani doğal ışığa uyumlu yaşamalıyız.
Anın algısı da zamanı yönetebilmek adına önemlidir. Hep daha fazla zamanımız olsun isteriz. Daha fazla zamanımız olursa, daha çok iş yapabilirmişiz gibi düşünürüz. Oysa bizi odaklanmaktan alıkoyan, dikkatimizi dağıtan düşüncelerimizi yok etmeden, ne kadar zamanımız olursa olsun hep yetersiz gelecektir. Var olan zamanı daha verimli kullanabilmek için zihnimizi meşgul eden geçmişe veya geleceğe ait düşüncelerimizden arınıp anda kalmalıyız. Şu an ilgilenmemiz gerekenler nelerse, onlarla meşgul olup diğerlerini daha müsait zamanlarda değerlendirmeliyiz.
Stresimizi azaltmak, zamanı yönetebilmek adına önemli bir etken olacaktır. Üzerimizdeki zaman baskısını azaltabilmek için stresimizi kontrol edebilmemiz gerekir. Özellikle modern çağın dönüşen iş dünyası, daha esnek çalışma fırsatları sunduğundan, zamanı etkin yönetebilmeyi mümkün kılıyor. Burada önemli olan bireysel değerlerin belirleyiciliğidir. Zamanı mı yoksa daha fazla kazanç elde etmeyi mi seçeceğiz, onu düşünmemiz gerekir.
Önceliklerimizi belirlemek de zamanımızı etkin kullanabilmemizi sağlar. Seçeneklerin çok olduğu bugünün dünyasında, seçim yapmak da bir o kadar zordur. Bu karmaşaya bir son verebilmek için iş sıralaması yapmak gerekiyor. En acil olanlara öncelik vererek zamanı yönetmiş oluruz. Fakat vakti var diyerek ötelediğimiz işler, daha sonrasında sıkıntı oluşturacak kadar ertelenmemelidir. Einstein’in dediği gibi: “Mutlak zaman yok, zaman sizin onu nasıl ölçtüğünüze ve deneyimlerinize göre değişir.” Bizler, gelecekte hep daha fazla zamanımız olacağını düşünürüz. Fakat aslı şu ki, ne daha fazla zamanımız olacak ne de daha az işimiz…
Denge, yaşamın bir anahtarı var ise bu dengedir. Çokluk, yaşam terazisinin dengesini bozar, huzur kaçırır. Örneğin, hep çalışmak ya da hep boş gezmek, her ikisi de aynı ölçüde rahatsızlık vericidir. Dengede olma hali, beraberinde rahatlamayı da getirecektir. Tatil günlerinin bile telefonlar veya elektronik postalar ile gasp edildiği modern yaşamda, her an ulaşılabilir olma hali dengeyi etkiliyor. Oysa kendimize nefeslenecek kısa zamanlar ayırmalıyız. Mesela zihnimizi bir açık hava yürüyüşünde doğanın ses ve renkleriyle doldurmak, bir fincan kahvenin kokusuyla mest olmak, sıcak ve rahatlatıcı bir banyo ile temizliğin keyfine varmak da zamanın etkin kullanılması için gereklidir.
Nihayetinde, hayat dediğimiz şey, zaman köprüsünde adım adım ilerlediğimiz bir yolculuktur. Geçmiş yaşandı ve bitti, oraya etki edemeyiz; gelecek henüz gelmedi, kaygılanmak yersiz. Elimizdeki en değerli zaman parçası andır. Öyle ise yapılacak şey çok basit; uyanıp yaşamaya başlamalıyız.