O gün üniversitedeki dersim erken bitmişti. Gençlerin arasında olmak, her zaman aynı çağları yaşamamı sağlıyordu. Bir stüdyoya sıkışmayan hayallerimin peşinde, gençlerin arasında hayatı canlı kılmayı seviyordum. Fotoğrafçılığa merak saran gözlere bir şeyler öğretmenin hazzı, bir fotoğrafçı olarak hayal bile edemeyeceğim ufuklar katıyordu.
Her gördüğümüzün düşüncede farklılaşarak zenginleşebileceğini ve aynı oranda bizi akrep gibi kıskıvrak yakalayıp nefesimize bıçak dayayabileceğini biliyordum. Her gün geçtiğim kampüsün yollarında bu sefer hiç aşina olmadığım bir tablo beni karşılamıştı. Boynumda fotoğraf makinesi, gözlerimde bambaşka kareografiler ile gördüğüm karşısında kitlenmiş, deklanşöre basmam bile bir hayli zaman almıştı. Tam o kareyi yakaladığımda, o an bambaşka bir fotoğraf karesi içinde kalacağımı düşünemezdim.
‘‘Sence hayattaki en hafif mutluluk nedir evlat?’’
Yüzündeki çukurlarda bir hayat depremi taşıyan amca söze böyle başlamıştı. “Mutluluğu tartamayız ki, öyle değil mi? Hayat yüklerinden korunmak için ne gerekir sence?”
O an, tüm neşem ile birlikte mutlu anların kovalayıcısı olmuş, elimden geleni yaparak Raif Amca’yı güldürmeye çalışmıştım. ‘‘Dünyayı hafifleten senin düşüncendir. Şimdi yukarıya bak balonlarına, onların rengârenk dünyasına dalmanı istiyorum.’’
Bir balonu ezkaza kaçıran Raif Amca’da ise tek bir mimik bile oynamamış, tüm ciddiyetiyle ‘‘Al, bak bütün hepsi onun gibi elimden kaçıp gidecek. Ben neden boşluğa rengârenk düşlerimi sıkıştırmalıyım ki?’’
Serzenişlerini mütemadiyen sürdürürken, olağanüstü bir sabır ile birlikte yeniden amcaya doğru yaklaşarak gözlerinin içine baktığımda, aradaki yılları yok edecek kadar kısa bir mesafeden hayatını canlandırmaya çalışıyordum. Sadece işaret parmağını ve başparmağını açarak gülümsemesini hatırlatmıştım. Yanındaki köpek bile mesajı algılayarak gülümsemiş, Raif Amca ise saniyelik yalancı tebessümün ardındaki asık yüzünü bir bıkkınlık edasında, ifadesiz ve donuk bir şekilde sabitlemiş, gözlerini bir an olsun bir ifadeyle buluşturmuyordu. Daha fazla dayanamayarak rengârenk balonlarını bir huysuzluk bulutuyla gölgelemesine izin veremezdim. ‘‘Raif Amca, lütfen biraz gülümseyebilir misiniz?’’
‘‘Bak evlat, bu köşede ne seneler geçirdim bilemezsin… Arabalar geçer, insanlar geçer, mevsimler, yıllar geçer bu yerlerden. Oysa ben yıllardır buradayım, bir baloncu sıfatının elimden tuttuğu yılların içinde…
Balonları ben tutmuyorum, onlar beni tutuyor, hayata bağlıyor, hafifliği ve ağırlığı aynı zeminde tartmamı sağlıyor… Elimde tuttuğum şey değişiyor, dönüşüyor. Beni çocuk kılıyor. Zamanı tutuyorum. Rengârenk oluşuyla umudu tutuyorum elimde, yarınlara bıraktığım hayalleri tutuyorum… Sen hiç ellerinde bir hayal tuttun mu evlat? Görüntüleşen dünyada nasıl canlı kalınır? Bunu deneyimledin mi hiç… Elinde tuttuğun objektifte hayatlar mı küçültüyorsun, hayaller mi büyütüyorsun?’’
Sadece yorgunluğu okumuştum. Gözlerinden, kırışık ellerinden, bir vadi misali çökmüş ağız kenarlarından onu sıkılgan bir tablo gibi izlemiştim. Hâlbuki takım elbisesi, papyonlu vakur hâli, görünenden çok daha fazlasına sahip olduğunu haykırıyordu. Ciddiyetini anlamadan, belki de ona hiç dâhil olmadan, yanlış düşüncelerin sığ kaldırımlarını adımlayarak geçip gidecektim. Oysa şu an duyduklarım ile inanılmaz bir hikâyeci ile tanışmıştım.
Ben ise her çektiğim fotoğraf karesinde anı ölümsüzleştiriyor, tanıştığım kişilerin yaşam koçu oluyor ve anılarımı zengin hayatlarla süslüyordum. Sezgilerimin ötesinde bir düşünce, mutluluk portremi yırtmaya çalışıyordu. İnsan, görüntüyle donuk ve ruhsuz bir hâle bürünür müydü? Kararımı vermiş, cevabımı bulmuştum.
Gözlerime tebessümü armağan edip, “Sizin için hayaller büyütmeye devam edeceğim. Hayırlı günler,” diyerek yanından ayrıldım.
Herkesin içinde hem aydınlık hem karanlık bir taraf vardı. Dünyada görünen resmimize, görünmeyen binlerce iç dünyamızı en derinlerde saklıyorduk. Karanlık taraflarımız bir gölge gibi içimizdeyken, aydınlık taraflarımızla daima yaşama sıkı bir umutla bağlanıyorduk. Yaşamımız bir yin-yang sembolünden ibaretti. Bizler ise bu zıtlığın dengesinde hayatımıza bir akış sunuyorduk…
Haftaya vereceğim dersimin konusu artık belli olmuştu. Görünen ve görünmeyen taraflarını fotoğraflara yansıtmalarını isteyecektim. Hayatımı zenginleştiren düşünceler eşliğinde bir günü daha tamamlamıştım.
Haftanın kelimeleri; Kareografi, Aşina.